O'nun yanında beyaz kirli kaldı
“Yaşanacak yani yaşanmamış, kapağı açılmamış, ellenmemiş, saf, doğmakta olan masum yani beyaz tertemiz.”
Hemen her konuda konuşması yanında yönlendirme ve de belirleme yapan güç odağı ve onun koltuğa oturttuğu şahıs ve topluluklar egemenliklerini ve çıkarlarını düşünür. İktidar erkine oturmuş olan birileri kendilerini pirüpak ve akıllı, toplumu ise eciş bücüş ve cahil zannedip yüksek perdeden ahkâm kesip her türlü hakarete maruz bırakır.
Piramidin en üst tarafında olan yöneten yönlendiren yani “sırçalı köşkte oturan” egemen güçler hangi toplum yapısı olsa da zaaflı birilerini bulup mutlaka parmaklarında oynatmakta. Hele birde en alttan gelip eli ve boyu uzunsa tüm akranlarına yukardan bakan birini bulmuş ve makam koltuğuna oturmuş ise işleri kolaydır. Bu kişi sahip olmadığı şeyleri varmış gibi anlatması nasıl bir karaktere sahip olduğunu gösterir. O’nun yaşam hikâyesi yalan, dolan ve uydurma olup gerçekle hiçbir bağlantısı yoktur. Etrafında ki hemen herkes o’nun yalan üzerine kurduğu öyküyü bir sır gibi saklamanın yanında yalanlarına da ortak olur.
O’nun yaşadığı ve büyüdüğü yer bir zamanlar “nova Roma” adıyla bilinen kentin son 400/500 yıllık tarihinde kerpiçten evlerin olduğu ve çoğunluğu gemi yapım işinde çalışanların yaşadığı yerdi. Burada oturanlar iş bulduğunda düşük ücretle çalışan kent yoksuludur. Yaşayanların hemen hepsi toplumsal ortak değerlere sahip olmadığı gibi, birbirlerinin sırtına basarak bireysel çıkışlar arayan yoksulluğun diz boyunu geçtiği yerdir. Bu kente daha sonra adı verilen ikinci kurucusu Konstantin ile anılan kent birçok ülkede bazen de ülke yöneticilerinin dilinde hala söylenmekte “Konstantin’in şehri” diye.
“Konstantin’in şehrinde” yaşamak için ülke gelir ortalamasının yüzde bazında en az üç asgari ücret net maaş, ev kira olmayacak bir de eş çalışacak. Bunlara sahip değilse bu kentte yaşamak eziyet olur. Bu kentin yaşayan sayısı giderek her geçen gün artmakta, artarken de sorunları da giderek büyümekte. Sadece bu kentte değil iktidarı yöneten egemen güçler ülkeyi yönetmekte giderek zorlaşırken tarihin en eski bir yöntemine başvurmakta “baskı”. “Devlet” bir güçler ittifakıdır, bakmayın siz onun yasalarına. Yasaları yapanlar ilkin onu ihlal etmekte. Yasaları ihlal etmenin yanında bir dönem Bizans ve Osmanlının jurnalcilik benzeri uygulanır ki bir sakınca görülmez yöneticiler nezdinde doğal sayılır ispiyonculuk.
Onlar, müze tasnif görevlisini profesör, işkenceci tıp uzmanını ünlü psikolog ya da sosyolog, 17 yaşında ki çocuğu asanı ressam, esnaf defteri tutanı ekonomist, özel makam şoförünü basın uzmanı ve milletvekili, deve dışkısı içilebilir diyeni uhrevi uzman, okuyan değil cahil olan makbuldür diyeni profesör ve rektör yapar. Bal tutan parmağını yalar deyip, aynı safta secde eden yalancı, kibirli, bencil ve hırsız “benim” size ne diyene ne demeli?
Evet, onlar çalarak karınlarını doyuran, servetlerine servet katan, toplumu kendi çıkarı için düzenleyen korku ve baskı anlayışını “devlet” diye yutturan devletin egemen yöneticileri yaptıklarına adalet demeyi bir meziyet olarak görmekte.
Adalet onlara göre, insani yaşam haklarını talep edenlere baskı, cebir ve şiddetle yanıt veriyorsa.
Adalet, toplum yoksulluk ve açlıkla kıvranıyor ve sefillik diz boyu geçip, birileri altından yapılma saatini, başka biri aldığı jet uçağı, yalısını, yatını, giydikleri, yiyip içtiklerini övünerek gösteriyorsa.
Ülkenin millî eğitim ve dini kurumların yöneticileri yurttaşa kanaat edip şükretmeyi söylerken makam araçları ve çifter maaş ve huzur hakkı adıyla deve yükü kadar maaş alıyorsa.
Ülke yönetiminde özel okul ve hastane sahipleri bakan ve yetkili olursa kamusal toplumsal çıkarı düşünecek mi sanırsın.
Dün ve bugün yaptıklarına kılıf bulanlar yapacaklarına da ortak buldu ağızlarına bir parmak bal çaldı. Kendileri ballı ihaleler ve komisyonlar alırken ortak aldıklarına devletin sosyal yardımlarından arpalık vermekte. Yetki belgesi olmadan ihale alan, liyakat adıyla kendi yakınlarını kollayıp işe yerleştiren, işe gelmeden maaş alan, büyüklerinin dokunulmaz zırhına sarılarak kaçak altın başta olmak üzere her bir yasal olmayan kara işleri yaparlar.
Onlar hem doğayı kirletiyor hem de toplumsal yaşamı. Kirlilik başlarından paçalarına eteklerine kadar akarken, ağızlarından bir çift güzel söz bile çıkmıyor. Yalan söylemek, kibirlenip bencillik yapmak karakterleri haline gelmiş.
Sorsan nereniz temiz nereniz ak, hemen yanıtları var.
“Beyaz kirli bir ak’ız”.
Dünden bugüne toplumsal yaşamı süzgeçten geçirdiğimizde gerçekten “o’nun yanında beyaz kirli” mi?