Yoksulluğun ve garibanlığın sömürüldüğü zamanlar...
Yoksulluk, sadece maddi imkânsızlıkların bir yansıması değil; aynı zamanda, ekonomik ve sosyal yapıların bireyler üzerindeki baskısını ifade eden geniş bir sorundur. Neoliberal ekonomik politikalar, dünya genelinde eşitsizliği artırmış ve yoksulluk sorununun derinleşmesine neden olmuştur. Türkiye gibi “modern, laik ve sosyal bir hukuk devleti” anayasasına sahip ülkelerde bile, yoksullukla mücadele eden yurttaşlar, bu ekonomik modelin yarattığı kötücül uygulamaları içinde sıkışıp kalmaktadır. Bu makale, neoliberal ekonomik modelin yol açtığı yoksullaşma süreçlerini ele alırken sol, sosyal demokrat bir dilin nasıl olması gerektiğine küçük bir eleştiri olacaktır.
Neoliberalizm, 1980'lerden itibaren dünya genelinde yaygınlaşan bir ekonomik model olup, piyasa odaklı bir yaklaşımı savunur. Bu modele göre, devletin ekonomideki rolü minimize edilmelidir ve serbest piyasanın dinamizmi, bireylerin refahını artıracak en etkili yol olarak görülür. Ancak, bu teori pratikte eşitsizlikleri artıran ve toplumun geniş kesimlerini yoksullaştıran bir etki yaratmıştır. Türkiye gibi ülkelerde de bu modelin etkisi altında gelir dağılımındaki dengesizlikler derinleşmiş, yoksul ve emekçi sınıflar toplumdan daha da dışlanmıştır. Biz buna halk dilinde “taşları bağlayıp azgın ‘kurtları ‘serbest bırakmak” diyoruz. Şekilde görüldüğü gibi.
“TÜİK, 29 Ocak’ta yayınladığı bültenle 2023 yılı gelir dağılımı araştırma sonuçlarını duyurdu. Araştırma sonuçlarına göre 2023 yılında Türkiye nüfusunun yüzde yüzde 20’sini oluşturan yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8’e çıkarken, en düşük gelire sahip yüzde 20’nin aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9 oldu.
Bu yüzdelik dilimde en yüksek gelir grubunun toplam gelirden aldığı pay 2021’de yüzde 46,7 iken 2022’de bu oran yüzde 48’e 2023’te ise yüzde 49,8’e yükseldi.”
Eşitsiz büyüme ve gelir dağılımındaki uçurumun neden bu kadar vahşi uygulandığı gelince; neoliberal politikalar, büyümenin toplumun tüm kesimlerine eşit olarak yansımadığı bir ekonomik yapı yaratmıştır. Böyle olsun diye hesaplı kitaplı kötülük olarak planlanmış bir modeldir. Bu modelde, ekonomik büyüme çoğunlukla sermaye sahiplerine ve üst gelir gruplarına fayda sağlar. Gelir adaletsizliği, toplumun alt kesimlerinin ekonomik ve sosyal anlamda daha fazla geride kalmasına neden oldu. Türkiye gibi ülkelerde, bu durum yoksul kesimlerin sadece maddi yetersizliklerle değil, aynı zamanda toplumsal dışlanma ile de mücadele etmesine yol açmıştır. Yoksulluğun yarattığı bu dışlanma, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel haklardan mahrumiyet anlamına gelirken, bireylerin topluma tam anlamıyla katılmasını da engellemektedir.
Sosyal güvencelerin zayıflaması ve kamusal hizmetlerdeki gerileme bilinçli uygulanan bir tercih olarak; neoliberal model, özelleştirme politikalarını merkeze alarak, devletin sosyal hizmet sunumundaki rolünü bir anayasal görev olmaktan çıkarıp, iktidar partisinin lütuf ve sadakasına dönüştürdü. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, bireylerin sağlık, eğitim ve sosyal güvence gibi temel ihtiyaçlara erişimini sınırlandırmış; böylece toplumsal adaletsizlikler daha da artmıştır. Bu durum, emekçi sınıfların iş ve sosyal güvenceden yoksun hale gelmesine ve ekonomik kırılganlıklarının derinleşmesine neden olmuştur. Güvencesiz çalışma koşulları ve düşük ücretler, bireylerin düzenli bir gelir elde edebilmesini zorlaştırırken, borçlanma ve kredi bağımlılığı da artmıştır.
Yoksulluk, sadece ekonomik bir durum değil; aynı zamanda bireylerin psikolojik, sosyal ve kültürel yaşamlarını etkileyen çok boyutlu bir sorundur. Neoliberal ekonomik politikaların sonuçları, bireylerin topluma entegre olmasını zorlaştırmış ve yoksul kesimlerin sosyal hareketliliğini azaltmıştır. Sosyal hayata katılım için ne zaman, ne ekonomik güç kalmamıştır. Tarikatların koro halinde özelikle kadınların evde oturmalarını vaaz etmeleri boşuna değildir. Neoliberalizmin gönüllü ve maaşlı personeli gibi çalışırlar. “şükret, biat et, günah, sevap” propagandası.
Yoksul bireyler, toplumun geri kalanından giderek daha fazla dışlanmakta ve bu dışlanma psikolojik yıpranmayı beraberinde getirmektedir. Bireylerin sürekli olarak yaşamlarını sürdürme mücadelesi içinde kalmaları, onları psikolojik olarak tüketmekte ve toplumsal hayata tam katılımını engellemektedir. Bu süreç, toplumsal kutuplaşmayı artırmakta ve yoksulluğun kalıcı hale gelmesine neden olmaktadır. Giderek yoksulluk bir sonraki nesillere miras kalan kötücül bir hale gelmektedir.
Neoliberal politikaların bir diğer önemli sonucu, sosyal hareketliliğin azalmasıdır. Yoksul bireylerin ekonomik koşulları nedeniyle sınıf atlama şansları büyük ölçüde sınırlanmıştır. Bu durum, toplumda sınıfsal ayrışmayı derinleştirmiş ve fırsat eşitsizliğini kalıcı hale getirmiştir. Yoksul ailelerde doğan çocuklar, benzer koşullarda büyüdükleri için eğitim ve iş olanaklarına erişimde ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya kalmaktadır.
Tamda bu noktada siyasi dilin hem iktidar hem sağ muhalifin yanı sıra, ana muhalefet partisi ve sosyalist enternasyonal üyesi partilerin söylem ve davranışları, “emekten yana, emek en yüce değerdir, ‘gariban’ dan yana, yolsuzluğu ve yolsuzluğa karşı mücadele üzerine kurdukları ve ikiyüzlüce, üzerinden tepindikleri kurtarıcılık rolü üzerinden iktidar arayışlarının en etkin aracı yapılmaktadır. Yoksulluk, garibanlık olmasa ne konuşacak egemenler ve siyasi uzantıları? Oysa savundukları ve varlığından en ufak rahatsızlık duymadıkları, aksine nemalandıkları ekonomik sistemin sonuçlarının yoksulluğun ve garibanlığın sömürüldüğü yapının neferlerine dönüşmüşlerdir.
Oysaki, yoksullukla mücadelede kullanılan dil, bireylerin onurunu koruyan, kapsayıcı ve güçlendirici bir yapıda olmalıdır. Sosyal demokrat bir söylemde, yoksul bireyleri küçümseyen ya da acındıran ifadeler yerine, onların haklarını ve eşit fırsatlara erişim taleplerini vurgulayan bir dil kullanılmalıdır. Örneğin, "gariban" gibi küçültücü bir tabir yerine, “işçi ve emekçi" gibi üretici güçlerin tanımlamalar tercih edilmelidir. İşsiz ve iş göremez durumundaki engelli, kimsesiz olanlar için kullanılacak terimler, bireylerin sistem içindeki yapısal engeller nedeniyle yoksul ve çaresiz olduklarını vurgulamakta ve onların toplumda aktif yurttaşlar olarak yer alması gerektiğini öne çıkarak dil kullanılmalıdır. Aksi halde yoksullukla mücadele sahtekarlığı ortaya çıkar. Şekilde görüldüğü gibi. Çünkü;
Sahtekârlık, kapitalizmin efendileri ve uzantılarının emekçi sınıflara karşı ustaca kullandıkları bir silahtır.