Müze koridorlarında da her şey politik
Birkaç yıldır yeni bir protesto türüne tanık oluyoruz: İklim değişikliği sorununa dikkat çekmek için önemli müzelerin en bilinen sanat eserlerini, kültürel mirası hedef alan aktivist eylemler.
Kültürel birikimi, mirası, bir kentin, ülkenin ya da bölgenin geçmişini koruma ve gelecek kuşaklara aktarma misyonu ile müzeler oldukça önemli. Öylesine önemli ki bazı kentlerin ziyaret edilmeye değer olarak etiketlenmesinde ön plana çıkıyorlar. Bunun en bilinen örneklerinden biri, sanayi kenti olan Bilboa’nın turist çeken bir kente dönüşmesini sağlayan Guggenheim Müzesi.
Müze, mimari yapısı, sergilenen eserleri ile kentlerin turizm potansiyelini arttırıyor, ekonomiyi canlandırıyor, kent imajını güçlendiriyor ve sosyal ağlarda kenti gezilebilir yer olarak sunmayı sağlıyor. Müzelerin ve sergiledikleri sanat eserlerinin aktivistlerin hedefi olmasının temel dayanağı aslında bu büyük ve güçlü etki. Sanat eserlerine verilen değer, eylemlerin haber değerini arttıracak bir araç olarak görülüyor. Eserler gibi dünyanın da korunması gerektiğine dikkat çekme istediği aktivizm ile sanat ve müze ilişkisinin dayanağı oluyor.
Müzeler ve sanat protesto amacıyla ilk kez kullanılmıyor. Bugünkü anlamda protesto örneği olmasa da Fransız Devrimi önemli bir dönüm noktası. Toplumsal dönüşümün gerçekleştiği ortamda monarşi ve aristokrasi hedef alınarak soylu sınıfına ait saraylar, bu saraylardaki eserler yağmalanmıştı. Daha yakın tarihlerde aktivist eylemlerden çok önce farklı ülkelerin British Museum’da bulunan eserlerin kökeni ve iadesi ile ilgili talepler, sanat ve protesto ilişkisinde önem taşıyor. Özellikle kültürel mirasın sömürülmesine ilişkin bu talepler, sanat eserlerinin anavatanlarına iadesi konusunu politik ve diplomatik bir mücadele başlığı haline getirmiştir.
Bugün gündemde olan, müzelerde gerçekleşen protestoları anlamak için 1914 önemli bir yıl. Çünkü bu tarihte İngiltere’de kadınların oy kullanma hakkını savunan Marty Richardson, Diego Velázquez'in "Venüs ve Ayna" (The Rokeby Venus) adlı eserine bıçakla saldırdı. Müze gibi koruma ve sergileme işlevi ile toplumsal rolü bulunan mekanların protesto eylemlerine sahne olmasının ilk örneği yaşandı. Richardson bu eylem ile üyesi olduğu “Suffragette” hareketinin fark edilmesine, kadın hakları konusunun gündem olmasına ve müzelerde eserlerin korunması konusunda düzenlemeler yapılmasına yol açtı.
Sanki Mary Richardson, iklim aktivistlerine ilham kaynağı oldu. 2022 yılından itibaren müze koridorları protestolarla gündem olmaya başladı. Dünyanın en ünlü ressamlarından Vincent Van Gogh’un “Tohum Ekici”, “Ayçiçekleri”, Claude Monet’in “Saman Yığınları” , “Gelincikler Tarlası”, Hollandalı ressam Johannes Vermeer’in “İnci Küpeli Kız” ve İspanyol ressam Francisco Goya’nın “Çıplak Maya” ve “Giyinik Maya” adlı tabloları ve Fransa Louvre Müzesinde bulunan belki de dünyanın en ünlü sanat eseri olan Mona Lisa aktivist eylemlere araç olan eserler arasındaydı. Eserler, üzerine çorba atılarak, patates püresi dökülerek, üzerine başka resimler yapıştırılarak ya da göstericilerin kendilerini tablolara yapıştırması ile saldırıya uğradı. Londra Bilim Müzesi ise bir grup iklim aktivisti tarafından işgal edildi. Protesto nedeni ise kömür üreticisi bir kurumun müzenin sponsoru olmasıydı. En yakın tarihli eylem ise geçtiğimiz hafta İngiltere’de gerçekleşti. İklim aktivistleri tarih öncesi çağlardan kalma kültürel bir anıt olan Stonehenge’e saldırdı. Aktivistlerin yapıya turuncu boya sıktığı görüntüler sosyal ağlarda hızla yayıldı.
İklim aktivistlerinin müze koridorlarında gerçekleştirdiği eylemler dünya için ortak bir soruna ilişkin bir iletişim dili niteliğinde. Aktivistler, iktidarların dikkatini iklim değişikliği sorununa yöneltmelerini sağlamayı, mevcut uygulamalarını eleştirmeyi, harekete geçirmeyi amaçlıyor. Sosyal ağların yaygınlaştığı ve bilginin dolaşım hızının arttığı dijital iletişim çağında protestoların görünürlüğünü arttırarak sorunu dünya gündemine taşımayı arzuluyor. Haliyle iklim aktivistlerinin dijital iletişim araçlarının bilgiyi hızla yaydığı günümüz bilgi bolluğu ortamında dikkat çekmek ve gündem olmak amacıyla protestolarını sanat eserleri üzerinden gerçekleştirmeleri tesadüfi değil, oldukça stratejik.
Bu protestoların temelinde devletlerin, hükümetlerin sadece insanları yönetmek için var olmadığı anlayışı yer alıyor. Devletler, ekonominin yönetilmesi, kaynakların verimli kullanılması, diğer devletlerle ilişkilerin yönetilmesi gibi önemli sorumlulukları üstlenmiş adalet ve sosyal sorumluluk sahibi yapılar olarak kabul ediliyor. Sanat eserine, eserin bulunduğu müzenin ilgi görme gücüne dayanarak gerçekleştirilen protestolar, hem toplumu hem de politik karar alma gücüne sahip olanları ikaz ediyor.
Sanat gibi kapsayıcı ve erişim gücü yüksek bir kanaldan mesaj iletme çabasının tartışmalı bir yanı da bulunuyor. Eserlere, müzeye zarar vermeden yapıldığı açıklansa bile kamuoyu bu eylemlerin faydasını tartışıyor. Eserlerin araçsallaşması, eylemlerin suç niteliği taşıması iklim aktivistlerinin meşruiyetini eleştiri konusu yapıyor.
Dijital platformlar, aktivist hareketlere erişim kapasitesini arttırma, destek kazanma ve görünür olma hedeflerine yönelik hareket alanı sağlıyor. Ancak sanat eserine zarar verilen bir eylemin, sosyal ağlarda görünürlük sağlarken katılım ve desteği ne oranda artıracağı sorusu ön plana çıkıyor. Aktivistlerin politikacıları, küresel nitelikteki iklim krizi çerçevesinde harekete geçirmek için sanat eserine saldırmaktan daha sürdürülebilir yollara başvurması gerektiğini düşündürüyor.