Gülünün solduğu akşam
“Tam Bağımsız Türkiye” idealiyle verdikleri mücadele sonunda daha yirmili yaşlarda darağacına gönderilen Deniz-Yusuf-Hüseyin’i bir kez daha ölüm yıldönümlerinde aynı inanç, kararlılıkla ve özlemle anıyoruz.
"Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam
darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece
kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
sunmayacak mıyım
insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim
insanlara?"
Yukarıdaki dizeler Deniz Gezmiş’in ölümünden önce yazdığı son şiiriydi.
Uğruna ölümü göze aldığı memleketi kadar edebiyatı ve şiiri de çok severdi Deniz.
Mamak Askeri cezaevinde yollarının kesiştiği yazar Erdal Öz’den verdikleri bağımsızlık mücadelesinin gelecek kuşaklara aktarılması için kayda geçmesini ister.
Kısa sürede Erdal Öz’le uzun söyleşiler yaparlar.
İşte o kısa sürede Deniz Gezmiş’in anlattıklarından yola çıkarak daha sonra Erdal Öz’ün yazdığı romanın adıdır “Gülünün Solduğu Akşam.”
Gülünün Solduğu Akşam serüven dolu sürükleyici bir roman gibi de okunabilir. Ama acı ve hüzün yüklü bir kitap olduğu da bilinmelidir. Anı, belge, anlatı karışımı bu kitabı dilerseniz bir roman gibi okuyun; yeter ki sizde bırakacağı hüzün kalıcı olsun.
Erdal Öz’ün verdiği bilgilerden anlıyoruz ki Deniz’in Nazım Hikmet’ten sonra en beğendiği şair Ahmet Arif’tir.
O yıllarda bir de eleştirisi vardır Ahmet Arif için.
“Ama onun şiiri daha çok eşkiyanın şiiri. Nedense yıllardır yeni bir şey yazmıyor. Tek kitabıyla kaldı, bu günleri de yazmalı o.”
Ancak umudun ve öfkenin şairi Ahmet Arif’ten etkilenmiş olmalı ki, Babasından onun kitabı “Hasretinden Prangalar Eskittim”i ister.“Nicedir kahpe ağzında bir salgın, bir deprem gibi künyemiz
Nicedir, başımıza zindan dünyamız
Biz ki yarınıyız halkın; umudu, yüz akıyız/ hıncı, namusu. şafakları,
Taa şafakları/hey canım kalbim, dinamit kuyusu”
Oysa bu şiirinde sanki Denizleri anlatıyordu Ahmet Arif.
Nato’ya ve ABD emperyalizmine karşı “Tam Bağımsız Türkiiye” mücadelesi veren Deniz Gezmiş ve arkadaşları 52 yıl önce bugün dönemin iktidarı tarafından vatan hain diye yargılandılar.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın duruşmaları 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu'nda, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Mahkemesi'nde, Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında başlamış ve 9 Ekim 1971 günü sonuçlanmıştı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, THKO-1 Davası'nda TCK'nın 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldılar. İdam cezaları o zamanlar meclis tarafından da onaylanmak zorundaydı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit ?Siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalı" diyerek idamlara karşı red oyu kullanır. Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise idamları onaylar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Kapalı Cezaevi'nde asılarak idam edilirler.
Attila İlhan Denizler için yazdığı şiiri şöyle anlatıyor: “12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı… Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra… Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm”. Sonra şarkıyı Ahmet Kaya öyle bir bestelemiş, öyle bir söylemiştir ki, hepimizin aklına mıh gibi çakılmıştır şu dizeler: “Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı/ Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı/ Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı/ Gittiler akşam olmadan ortalık karardı.” Ondan sonradır hep güneşten ışık yontan fidanlara hasretiz.
Bizler 68 ve 78 kuşağı “ağıtsız, ağlamaksız, halaylı, türkülü uğurlarız gidenlerimizi.”
Ama bugün ne halay çekmek geliyor içimden ne de türkü söylemek.
Karmaşık duygular, bitmeyen öfkem, dinmeyen özlemim, barışa ve özgürlüğe adanmış bir yaşamın artık çekilmez hale gelen yorgunluğuyla ne yazacağımı bilemez durumda; dalıyor gözlerim uzaklara, denizin derinliklerinde Deniz’i ve yoldaşlarını anıyorum.
Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi “Kederimiz büyüyorsa kuytuluklarda, gideceğimiz bir deniz yoksa ve bulamadıksa, alıp bu dertten yüreğimizi yağmurlara salmaktan başka yapacak bir şeyimiz yoktur.”
Büyük usta Can Yücel’in sözleriyle bitireyim yazımı.
“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de devrim/ O, onun en güzel yüz metresini koştu.”