Aylak insanın güncesinden...
Bazen, kafanızın içinin İstanbul’un trafiğine rahmet okutacak derecede yoğun olduğunu, kalbinizin deli gibi attığını, o karmaşık trafiğin sebep olduğu yorgunluk ve yıpranmışlığı hissetmişsinizdir mutlaka.
Böyle hissettiğim bir zaman da, vakit geçirmek için dünyada neler olmuş diyerek, eski/ yeni ne kadar haber, ne kadar video varsa bakayım diyerek internette dolaşmaya başladım. Kedi düşmüş, kamyon çarpmış, mış, mış... Sonra ekrana gelen videoda, İngiltere’de yapılan geleneksel bir yarışmadan bahsediyorlardı.
Yarışma konusu; Bir tekerlek peynir,, tepeden aşağıya, yuvarlıyorlar. İnsanlar peyniri kapmak için metrelerce yuvarlanıp, kendilerini yaralıyorlar.
Bu etkinlik Türkiye’de olsa şaşırmayacağım elbette. Malum; ülkede fiyatlar almış başını, bilinmeyen, akıl almaz bir yere doğru gitmekte...
Hepsine boş gözlerle bakıyorum.
***
Anlaşılan o ki, hiç haber dinleyecek havada değilim. Biraz dergi karıştırayım dedim. Beş dakika sonra bir paragraf bile okuyamadığımı farkettim. Güzel bir dizi bulup başlayayım dedim, hiçbir şey anlamadım. Kitap okuyayım dedim, on dakika boyunca ilk sayfaya baktığımı farkedip onu da kapattım.
Bu gibi durumlarda yapılacak en iyi şey sessiz sakin bir yer bulup aylak aylak vakit geçirmek.
***
Sözlükte, aylaklık tanımı “boş boş oturmak, hiçbir şey yapmamak” olarak yapılmış olsa da hiçbir şey yapmamak son derece keyifli bir aktivite. Aylaklık kelimesi ingilizce’de “şeytanın atölyesi” olarak geçiyor ama bu atölyeden illa ki kötü şeyler çıkmıyor.
Bakın mesela benim atölyemden neler çıktı?
***
-Cezaevinde çekilen dizi ve filmlerde mahkumlar neden hep bağlama çalar? Cezaevinden çıkan neden hep bağlama ile dışarı çıkar? Kemancı, kanuncu, udi, piyanist, klarnetçi düşmez mi mahpusa?
***
-Alkollü içecekler neden gazete kağıdına sarılıp içilir? Gazeteye sarılınca içki olduğu anlaşılmıyor mu?
***
Cenaze namazlarında imam “rahmetliyi nasıl bilirdiniz?”diye sorduğunda, bütün cemaatin “iyi bilirdik” demesi beni düşündürüyor. Çünkü, çok sayıda insanın meftadan, yaşarken nefret ettiğini, hatta “hakkımı helal etmem” dediğini çok duymuşluğum vardır. Bugüne kadar o toplulukta “kötü bilirdik” diyen olmuş mudur acaba?
***
-Bütün film ve dizilerde bağımlılar İsviçre’ye tedaviye gönderilir. Ya da İsviçre’de tedavi görüyor dendiğinde ilk aklımıza gelen o kişinin bağımlı olduğudur. Başka yerde tedavisi olmuyor mu bu işin? Sahi ya, ülkemizin doğadan yana sıkıntısı yok. İşte oralardan birine yapsalar bir tedavi merkezi, onlar bize gelse. Neyimiz eksik?
***
-Pazarda anne-dayı-abla gibi samimi seslenişler kullanılırken, pazarcı torbayı neden çürük meyve ve sebzeyi doldurur? İnsanın anne-dayı dediği birine çürük mal satması biraz tuhaf değil mi?
***
-Haber yapıp, sunarken, insanların adının arkasına eklenen, “60 yaşındaki yaşlı adam, 50 yaşındaki yaşlı kadın” denmesi de biraz tuhafıma gitmiyor değil. Kime göre yaşlı mesela?
***
-Sadece “kahve lütfen” dediğimizde, garson neden “Türk kahvesi mi “diye sorar? Sonuçta kahve siparişini İspanya’dan vermiyoruz. Diğer kahve türlerini kendi isimleriyle söylediğimize göre, anlaşılmayan şey ne?
***
-İnsanlar “ben hayvanseverim” derken, neden sadece kedi-köpek-kuş sevip, kertenkele, fare, yılan, yarasa sevmiyor. Onları hangi sınıfta değerlendirsek bilemedim şimdi.
***
Aylaklığın sonu şimdilik bu kadar...
Sevgiyle kalın