Basını yıldıramazsınız
On gün önce Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Gazeteci-Yazar Merdan Yanardağ bir montaj video gerekçe gösterilerek gözaltına alınıp ardından tutuklandığında söylemiştik.
“Bu olay yalnızca Yanardağ’a yönelik değil; tüm medyaya, düşün insanlarına, gazetecilere yönelik bir gözdağıdır.”
“Bakın bizim istemediğimiz haberleri yazar, iktidara muhalefet ederseniz sizin de sonunuz Merdan Yanardağ gibi olur.” Demek istiyorlardı.
Bir anlamda onların basın sözcüğünden anladıkları, nerede bir muhalif gazeteci, yazar, siyasetçi görürseniz üzerine “basın “, göz açtırmayın, özgürlüklerini kısıtlayın demekti.
İktidarın bu baskıcı tavrından cesaret alan kimileri de tam anlamıyla basına çökmeye, üzerine basmaya devam ediyorlar.
En son örneğini Bodrum’da yaşadığımız bu basına yönelik tehdit ve şiddet uygulamasına yerel basın anında tepkisini göstererek örnek bir dayanışma sergilediler.
Bodrum’da bir depoda çıkan yangını görüntülemek isteyen gazetecilerin kameralarına, cep telefonlarına el koymak isteyen, zorla görüntüleri sildiren işyeri sahiplerinin saldırılarından güvenlik güçlerinin araya girmesiyle kurtulan gazeteciler ertesi gün topluca adliyeye giderek suç duyurusunda bulundular.
Bu saldırılardan daha ilginç ve çarpıcı olanı güvenlik güçlerinin saldıranlardan çok neredeyse mağdur gazetecilere suçlu gibi davranması.
Olay anında gazetecileri, suçlularla bir tutan jandarmanın tavrı da savcının, “adliyeye niye bu kadar kalabalık geldiniz “şeklindeki yaklaşımı da doğrusu anlaşılır gibi değil.
Anlaşılan basın emekçilerinin haksızlıklar ve saldırılar karşısında gösterdiği sıcak dayanışma kimilerini rahatsız ediyor.
Yasama, yargı ve yürütmeden sonra dördüncü büyük güç olarak kabul edilen basını susturmak, etkisiz hale getirmek ve kendi oluşturduğu yandaş medya marifetiyle toplumu yönlendirmek isteyen iktidar, anlaşılan o ki; bu tür baskı ve sindirme uygulamalarına devam edecek.
O yüzden ulusal basın kadar ve hatta daha çok yerel basının sesini kısmaya, korkutmaya, işlevsiz hale getirmeye çalışıyorlar.
Öyle olunca da hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukukunu uygulamaktan, insan hakları ve özgürlükleri kısıtlamaktan, bu konulardaki evrensel kural ve kurulları yok saymaktan çekinmiyorlar.
Merdan Yanardağ örneğinde olduğu gibi; neredeyse haftanın yarısını adliyelerde ifade vermekle geçiren, her çağrıldığında savcılıklara ifadeye giden, her gün TV. kanalında canlı yayın yapan, neredeyse tüm Türkiye’nin tanıdığı birini yurt dışı yasağı olmasına rağmen “kaçma şüphesiyle” tutuklu yargılıyorlar.
Keza henüz hakkında kesinleşmiş bir hüküm bulunmamasına karşın, Yüksek Seçim Kurulunun adaylığını kabul ettiği, Hatay’lı yurttaşların özgür iradesiyle milletvekili seçtiği, sonrasında yine Yüksek Seçim Kurulu tarafından mazbatası düzenlenen hukukçu Can Atalay’ı ısrarla ve inatla cezaevinde tutmaya devam ediyorlar.
Uluslararası hukuka aykırı biçimde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Konseyi’nin kararlarını yok sayarak Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Gezi sanıkları ve binlerce siyasi tutuklu haksız yere özgürlüklerinden yoksun cezaevlerinde mağdur ediliyorlar.
Turizmde patlama olacak diyorlardı patlama cezaevlerinde oldu.
Dünyada hak ihlallerinin en yüksek olduğu ülke durumuna gelen Türkiye’de cezaevleri yetmez oldu.
Şimdi de yeniden yönünü batıya çeviren iktidar AB’ye kabul edilme hesapları yapıyor.
Avrupa’nın sığınmacı deposu haline gelen ülkemizde birçok ilimizde demografik yapı tersine değişti. Bu yerel seçimde olmasa bile bir sonrakinde birçok yerde yerel yönetimler yabancıların eline geçecek.
Sanmayın ki iktidar bu gerçeklerden habersiz!
Tüm bunlar bile isteye, planlanmış bir projenin adım adım uygulanmasıdır.
Son yapılmak istenen asgari ücretteki ve işçi-memur-emeklilere yönelik sözde iyileştirmeler daha vatandaşların eline geçmeden yapılan yüksek zamlarla geri alındı.
Gelir dağılımındaki adaletsizlik bir yana “itibardan tasarruf olmaz” anlayışıyla sürdürülen israf ekonomisi ülkemizi daha çok dışa bağımlı hale getirdi.
Mutfakta büyüyen yangını göz ardı etmek için de suni gündemlerle halkı oyalamaya çalışıyorlar.
İktidarın bu ucuz politikasına alet olan muhalefet de yine eskiden olduğu gibi kendi içine dönerek parti içi çekişmeler, anlamsız polemikler ve iktidar kavgasına tutuştular.
Özellikle de ana muhalefet partisi CHP’de kayıkçı kavgasına dönüşen kurultay tartışmaları toplumda kaygı ve üzüntüyle izleniyor.
Kaostan beslenen iktidar da hukuk tanımaz, tek adam yönetiminin tüm acımasız politikalarını sermayeden yana, emekçi halkın aleyhine kullanmayı sürdürüyor.
Bu durumdan da en çok, zor koşullarda toplumun haber alma hakkı için mücadele eden basın emekçileri etkileniyor.
Ama şu bir gerçek ki, tarihin her döneminde basın içerisinde namuslu, vicdan sahibi, barış ve demokrasiden yana yönünü belirlemiş gazeteciler en ağır koşullarda bile teslim olmamışlardır.
Düşüncelerinden dolayı özgürlükleri ellerinden alınan, yaptıkları haber, yazdıkları makaleler yüzünden cezaevlerinde bulunan tüm basın emekçilerine selam olsun.