Meclis kendi vekiline sahip çıkmıyor
14 Mayıs Milletvekili seçimlerinde Türkiye İşçi Partisinden Hatay Milletvekili seçilen Avukat Can Atalay hala cezaevinde tutuluyor.
Hakkında kesinleşmiş bir hüküm olmamasına karşın Yüksek Seçim Kurulu da seçimlere katılmasında yasal bir engel görmemesine karşın İnsan Hakları savunucusu Can Atalay keyfi olarak serbest bırakılmıyor.
Sarayın bu konudaki acımasız tavrını, yargının bağımsız davranamadığını zaten biliyoruz.
Ancak halkın oylarıyla seçilip meclise gelen farklı siyasi partilerden milletvekillerinin duyarsızlığını anlayamıyorum.
Çocuklar bile oyun oynarken komşunun camını kıran arkadaşlarını ele vermez, sahip çıkar iken sözüm ona bu ülke yurttaşlarının haklarını savunmak adına mecliste görev alan milletvekilleri en başından kötü bir sınav verdiler.
Can Atalay’ın en meşru hakkının gasp edilmesi Türkiye siyasi tarihinde kara bir leke olarak geçeceği gibi bu dönem vekilleri de bu suçun ortağı olarak anılacaklar.
Bugün Atalay’a uygulanan adaletsizlik yarın sizlere de uygulanacaktır.
Bir an önce maaşlarınızı alabilmek için gösterdiğiniz tez canlılık ve çabayı bu hukuksuzluğun giderilmesi için de kullansanız olmaz mıydı?
Seçimler öncesi ve sırasında gösterdiği üstün performans, toplumsal barışın sağlanmasına yönelik projeler, sabırlı ve titiz çalışmalarına karşın neredeyse hakarete varan ağır eleştirilere ve itibarsızlaştırmaya uğrayan Kemal Kılıçdaroğlu Adalet yürüyüşünü yalnızca CHP milletvekili için mi yapmıştı?
Demokrasiyi içselleştirememiş, parti içi demokrasiyi rafa kaldırmış bir parti olarak en çok CHP Milletvekilleri vebal altındadır.
Size düşen görev, “Can Atalay meclise gelmeden bizde meclis çalışmalarına katılmıyoruz” demek olmalıydı.
Ama görünen o ki, demokrasiyi siz yalnız kendiniz için istiyorsunuz.
Gerçi onu da başaramadığınız ortada.
Bugün aklımızla alay eden, matrak geçen Abdullatif Şener, Teğmen Çelebi, daha öncesinde Ekmelettin vakaları bunun en somut örneği.
Bir elçilik uğruna saraya biat eden eski baro başkanı Metin Feyzioğlu’nu CHP Genel Başkanlığına uygun görenler şimdi Kılıçdaroğlu’na olmadık hakaretler ediyorlar.
Kuşkusuz geçmişte Kemal Kılıçdaroğlu’nun da yapılan yanlışlarda etkisi ve katkısı olmuştur.
Ama en azından dürüstlüğü, ilkesel duruşu, samimiyeti, çalışkanlığı ve doğal tavırlarıyla sorumluluk sahibi bir genel başkan olarak ona hak ettiği vefayı göstermek gerekmez mi?
Ben inanıyorum ki, ülkemiz için en azından Cumhurbaşkanlığı seçimleri kadar yaşamsal öneme sahip yerel seçimlere partiyi sorunsuz hazırladıktan sonra siz istemeseniz de görevini bırakacaktır.
Uzun yıllardır partiye Demirel tarafından monte edilmiş onlarca vekil ve çevrelerindeki bürokratik personele tahammül edenler üç-beş ay daha Kılıçdaroğlu’na niye tahammül edemiyorlar.?
Edemiyorlar çünkü, siyaseti bir meslek olarak gören, 5-6-7 dönem milletvekilliği koltuğuna çökenler, yerlerini başkalarına bırakmak istemiyorlar.
Utanmasalar ölene kadar bu görevi sürdürmek ve sonrasında da çocuklarına bırakmak isteyecekler.
Bu konuda her fırsatta bir helalleşmeden ve zihniyet değişiminden söz eden, bu konuda samimi çaba gösteren Kılıçdaroğlu’nu istemeyenlerin değişimden anladıkları kişilerin değişmesi.
Değişimi yer ya da görev değişimi olarak görenlerin egemen olduğu bir parti olarak CHP’nin ilkesel, zihinsel bir değişim gerçekleştirmesi çok kolay görünmüyor.
O zaman çözümü partilerde ya da liderlerde aramak yerine sistemin değişmesine odaklanmak gerekiyor.
Bırakın sosyal demokrasiyi, merkez parti olmayı; giderek merkez sağ, muhafazakar, milliyetçi bir parti olma yoluna giren CHP bu anlayış ve politikalarla halkın umudu olamayacağı gibi yeniden kitlelere bir heyecan aşılayamaz.
Peki ne olacak?
Türkiye’nin toplumun ilerici, demokrat, laik kesimlerini de bağrında taşıyan, sosyalistlerin desteğini alabilen bir demokratik kitle örgütüne ihtiyacı vardır.
Bir siyasi parti olmanın ötesinde demokratik bir güç birliği olarak halka önderlik yapan bir siyasi iradenin öncülüğünde toplum yeniden örgütlenmelidir.
Bu örgütlenmede sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına, demokratik insiyatiflere, meslek kuruluşlarına büyük görev düşüyor.
Can Atalay başta olmak üzere haksız-hukuksuz yere cezaevlerinde bulunan tüm gezi sanıkları, siyasi rehineler, gazeteciler, yazarların bir an önce özgürlüklerine kavuşabilmeleri için siyasi ayırım yapmadan barıştan, demokrasiden, insandan, emekten yana olan tüm kişi ve kuruluşların desteğine ihtiyaç vardır.
Ülkemizi sonu belirsiz bir karanlığa sürükleyen bu tek adam yönetiminden kurtulabilmenin yolu güç birliğinden geçiyor. Ama bu halkın içinde yer alacağı bir güç birliği olmalı.
Güçlülerin bir araya gelerek oluşturacakları güç birliği değil.
Can Atalay yalnız değildir.