Depremin ideolojisi
Yeryüzü kendi doğallığı içinde kaz kez değişti, kaç kez şekillendi, kıtalar nasıl oluştu, nasıl yer değiştirdi, aksi kanıtlanana kadar gerçeğe en yakın oranda biliyoruz. İnsan aklı kullanmaya evrilmiş bir varlık olmaya başladıktan sonra, doğa olaylarında sırlarını anlayamadıklarına karşı korkudan doğan güdüyle kendilerince tedbirler almaya başladılar. Bilmedikleri bu güçleri kızdırdıklarını düşündüler. Nasıl ki kendi klanı içindeki güç dengesinde hediyeler sunmak bir kültüre dönüşmüşse, doğa gücüne karşıda hediyeler, kurbanlar sunmaya başladılar. Yıkıcı yeraltı ve yerüstü güçlerinin, onları sakinleştireceklerini düşünerek hediyeler ve kurbanlar sundular. Bu zamanla değişerek kendi türünün en kıymetlisi oğullarını kızlarını kurban etmenin yerini, hayvan kurbana dönüşmesi binlerce belki de milyonlarca zaman dilimlerinde geçerek geldi.
İnsan, doğa karşısında ki güçsüzlüğünü, daha güçlü olduklarına ve kendilerini koruyacağına inandıkları çok tanrılı nesnelere sığındılar. Din tarım toplumlarıyla biz kez daha büyük kırılmalar sonucu tek tanrılı inançlara everilince gaipteki kurtarıcı güçten yardım aramak yine doğa karşındaki çaresizliğin sonucu kadere sığınmak en kolay yol alarak benimsendi. Sosyal bilimci ve felsefeciler bunun zor durumlarda “sığınma, bir tür rahatlama, teselli bulma hali” olarak değerlendirirken, egemen güçler içinse sorumluluktan kaçınma, aklanma, sorumlulukları perdeleme, felaketleri lütfa dönüştürme fırsatı bulduklarına atıf yaparlar.
Her ne kadar akılcı kültürlerin bilimde açtıkları aydınlanma yolu doğanın sırlarını defalarca deneyimleyerek çözmeye ve gün ışığına çıkarmaya başlasa da ne yazık ki, akıldan çok inançsal doğmaların çemberinde hala çırpınan halklar ve onların yönetici erkleri, sığınma ve araç sallaştırma gelgiti içinde çırpınmaktadır.
En bilindik örnekleri Güney Asya ülkeleri (Afganistan, Pakistan, Tibet, Hindistan..vb.) Anadolu ve güney batı Asya (İran, Türkiye, Irak , Suriye, Lübnan..vb.) ve Afrika, Polenazya adaları, Meksika gibi yoksul halkların, ihtişamlı iktidarlarının değişmez ölüm yıkım ve lütuf ikilemine sıkışmış hallerini net bir şekilde anlamak için, bilimi ve aklı yaşamın hizmetine sokmuş Japonya, Uzak Asya, bazı Latin ülkelerin yanında Kuzey Amerika ve Avrupa halklarının çok büyük deprem felaketlerine karşı geliştirdikleri çözümleri kıyaslandığında “kader planı” söylemlerinin yoksulların kutsal değerlerini, aynı kutsalları iktidar için kullanmak ideolojik bir tercihtir.
Şimdi depremlerde kaybettiğimiz binlerce canın, milyarlarca kaynakların, ülkeyi daha fazla bağımlı hale geçirecek, dünya gelişmişlik seviyesinin gerisine itecek şartların oluşması pahasına, çürük zeminler, fay hatlarına, dere yataklarına, heyelan bölgelerine, kıyı şeritlerine yasa yönetmelikleri eğip bükerek, bilim insanlarının çığlıklarına kulakların sağır, gözlerin kör, aklın teslim alınmasını işte tamda bu ideolojik aklın tercihidir. Dayanağı kader ve paradır.
Aslında bu durum dinin kapitalizmle iç içe geçmiş somut gerçeğidir. Eski feodal hanedan devlet aklı önce dine karşı savaşırken, zamanla dinle ittifak içinde iktidarlarının ideolojik aracına dönüştürmeleri zamanın somut şartlarının iktidar güçlerinin ihtiyaçlarının hizmetine sokulmuştur. Hala bir çok feodal kalıntıların “tanrı – kral - kraliçe, Allah – Halife, baba – oğul..” kültü içinde iktidar arayanlarla, çaresizliğinde tutunacak bir dala mahkûm edilmişlerin büyük sancılarının yaşandığı bir ortamda Kızılay neden çadır satıyor, ben ölürken devlet hükümet neredeydi sorusunu soran için ne kadar haklıysa, İktidar gücünü, aynı zamanda tanrısal gücüde taşıdığına inan biri için “ahlaksızlar, namussuzlar” diye bağıran arasındaki çatışma hali “ kadere boyun eğin” bana iftira ediyorsunuz. Bu Allah’ın sizlere biçtiği ömürdür. Ben bundan sorumlu değilim ki diyen ideolojik aklın öfkesidir. Deprem doğal sonucunun bir felakete dönüşmesinden zerre sorumluluk almama durumu. Beşeri adaletin ne hükmü var ki, asıl olan ahiri adalete inanıyorsanız hangi makamdan olursanız olun, depremin felakete dönüşmesinin hangi düzeyde sorumlusu, suçlusu, rantçısı, karar vericisi, denetçisi, rüşvetçisi olursanız olun kimse sorumlu tutulamaz. İyilikte kötülükte Allahtan. Buna hangi kul karar verebilir ki?
Sonuç olarak ülkemiz ve coğrafyamız, uzun bir zamandır bu ideolojik aklın, azgın vahşi bir kapitalist ekonomik modelin, dinci ve ırkçı siyasi otoriter yapının arasına sıkışmış durumda. Önce uzun zamana yayılan güvenlikçi savaş politikaları, iktidar içi iktidar hesaplaşmalarında lütufla çıktığını düşünen akıl, ağır enflasyon ve hayat pahalığı, ardından on ili yıkan depremdeki içine düştüğü acziyet tamda seçimlerin kapıya dayandığı bir dönemde “ olmak yada olmamak” ikilemine sıkıştığı görülmektedir. Bu yönetememe halidir. Buradan bu iktidarın sunabileceği bir iyilik kalmamıştır. Ama hiç kuşku yok ki koltuklarını korumak için son ana kadar direnecekleri bir gerçektir.
Demokrasiyi, aklı ve bilimi önceleyen güçlerin sorumlulukları bir gün öncesine göre daha da artmıştır. Yaraların sarılması ve gelecek kuşaklara aydınlık geleceğin kapılarını geriye dönülmez bir demokratik değişim ve dönüşüm yolunda herkese ihtiyaç vardır. Ya da suçlu suçsuz herkes daha ağır bedeller ödemeye hazır olmalıyız.