Yaralıyım…
Önceden güneşi gördüğümde sahile koşardım.
Kitabım, kahvem, keyfim ve kâhyamla.
Geç kalmışçasına hızla sandalyemi kurardım.
Denizi karşıma alır, sohbet ederdim.
Derdim varmış gibi,
Dalga dalga dökerdim içimi.
O da sessizce dinler, bazen dalgalarıyla kükrerdi.
Meğer kızıyormuş, sendeki dert mi der gibi…
Anlayamadım.
Kendiliğinden şiirler mırıldanırdım.
Uydururdum o an ki ruh halime göre.
Bilemezdim…
Mısraların gelecek dair olduğunu.
Şimdiler hiç içimden gelmiyor.
Günaydın denilince bile tuhaf oluyorum.
En son rakı içtiğim o güne de kızgınım.
Hüzün içimi sarmalanmış vaziyette…
Bakışlarım düzenli olarak ıslak.
Dokunsalar ilk defa yağmasını istemediğim yağmur taneleri gibi boşalacaklar.
Utanıyorum zorunlu gülümsememden.
İnsanların yüzlerine bakmaktan.
Kimselere görünmeden geldiğim iş yerimden, bir an önce evime gitmek istiyorum.
Olur ya duyar, açar belki gülümserim diye telefonun sesini de kapattım.
Bazen yemek siparişi verirdim. Hepsini sildim rehberimden…
Stokladığım tüm balıkları kedilere verdim.
Elbette yine bahar gelecek te galiba kalbim uzun bir süre hep üşüyecek…
Yaz gelse de, ”çocukluğumu, şehrimi kaybettim” haykırışları kulaklarımdan gitmeyecek.
Duygusal halimden hiç bu kadar nefret etmedim.
Önceden arada bir çiçekleri, doğayı yazar, birilerinin bam teline dokunurdum.
Şimdiler de yazarken gözlerim doluyor.
Arada bir ekranı görebilmek için gözlerimi kuruluyorum.
Keşke bazıları gibi duyarsız olsaydım!
Umuruma almadan akşamları rakı içseydim.
Şarkılar dinleyip, timsah gözyaşları döküp, sabahlara kadar sanal sohbetlere eşlik etse idim!
Süslenip görüntülü görüşmelere katılıp, üzülmüş gibi davranabilseydim!
Nasılsa yalan değil mi dünya, yarın her şey unutulmayacak mı?
Diğer felaketler, depremler gibi!
Oralarda,
Gözlerde yaşlar kurumuyor.
Bebekler ısınamıyor.
Kuşlar kanat çırpmıyor.
Bacalar tütmüyor.
Karanlık aydınlanmıyor.
Günler geçmek bilmiyor.
Paramparça yaralar kanıyor!
Dokun tenime doktor, hastayım, yaralıyım!
El ver devlet baba, yastayım!
Çok bilenler şimdi cevap verin.
Kabuk bağlar mı yaralarım…!