Neye layıksanız onu yaşarsınız
Düşünen bir varlık olarak insan için bilinçli birinci öncelik de can güvenliğidir. Ailenizin, sevdiklerinizin, yakınlarınızın, komşu ve dostlarınızın, yurttaşlarınızın da birinci önceliği “ can güvenliği değil midir?.” Sırasıyla beslenme, barınma, sağlık, eğitim.. gibi temel önceliklerinden sonrasına kendinize göre bir çok madde ekleyebilirsiniz.
Peki, önceliklerinizin başında ki can güvenliğinizin yerine barınmayı koyabilir misiniz? “Mal canın yongası” sözünden can mı, yonga mı? tercihin de, “canım başımızda bir çatı olmadan da can güvenliği olur mu” diyenler olacaktır. Bu sorunun cevabı yaşadığımız ve asla ders alınmamış yıkım ve acılar ve doğru dürüst kayıt altına bile alınamayan kayıplar.
Bu yazıda çekilen acılara ağıtlar yakılmayacaktır. İlahi inanç değerleri üzerine atılı suçlamalar yapılmayacaktır.. Fay hattının eni boyu, yıkımın hangi binada, hangi zeminde olduğu, kurtarma siyasi kapışmaların, kahramanlıklarının, mucizelerin (sevinsekte), esas olan sonuçlarının dehşetini yüreğimize gömüp, çuvaldızın sivri ucunu kendimize batırmanın ağır sorumluğunu konuşmalıyız bence.
Konuşuyoruz da kim dinliyor? Kimler konuşuyor, kimler dinliyor? Daha öncesine gitmeden, 27 Aralık 1939 dan,17 Ağustos 1999.. son 10 ili vuran 6 Şubat depremine kadar her kırımın arkasından etkili yetkilerin konuştukları arşivlerde kayıtlı isteyen araştırsın. Her biri suya yazılış hamasetlerden öte ne karşılığı oldu? Koca bir hiç dediğinizi duyar gibiyim.
Deprem kuşağında ki coğrafyalarda yaşayan ulusların kendi kültürel, siyasal, ideolojik, ahlaki, hukuki algıları ve tedbirleri çok değişkenlik gösterdiğini, bilişim çağının olanaklarıyla anında öğrenmek olanağına sahibiz. Konunun uzmanı olan etkili yetkili bilim ve teknik insanlar ulusal ve Uluslararası düzeyde konuşuyor, bugünün olanaklarıyla herkesi uyarıyor, kitaplar dolusu bilimsel makaleler yazılıp tarihe not ediliyor.
Lakin kim dinliyor dan başlarsak; depremlerin üzerinde beş on günden sonra kurtarma mucizelerinin hızı bitince geriye demokratik meslek odaları, kendileri küçük direnci büyük sosyalist parti ve gruplar, önünde arkasında, demokratik, emek, kent, doğa,çevre unvanlı sivil platform ve inisiyatifler. Her yıkımdan sonra toplumda duyarlılık sağlamak için paneller, çalıştaylar, konferanslar, basın açıklamaları ki gaz yeme pahasına. Raporlar, davalar, mahkeme kararları, imza kampanyaları.. Kısaca nüfusa oranlarsak bir avuç insan bıkmaz usanmaz bir çabayla ve yılgınlığa düşmeden mücadele ediyor.
Halk çoğunluğu uzaktan, bu solcular yine ne hainlik peşindeler, yada haklılar ama elden ne gelir mailinden görünmez tebessümler. Ne yani devlet adamlarından daha iyi mi bilecekler. Oy vermişiz seçmişiz dertleri çamur atmak, Allah’ın işine bile karışıyorlar. Sorsan salavat getirmeyi bilmezler ama zemin etüdü, statik , dinamik hesabı mı ne, demir beton kalitesi.. bilim bilim diye tutturuyorlar. Şöyle ağız tadıyla bir daire de oturamayacak mıyız? Dişimizden tırnağımızdan artırıp bir kucak dolusu para verdik, emlak değerini düşürmekle uğraşıyorlar.
Sağ siyaset; bunlara bakarsan çadırda yaşamamız gerek, Manhattan gibi gökdelenler bizde de olmasın mı yani? Bunlar servet düşmanı, halkı buna alet ederek komünistlik , bölücülük, yıkıcılık yapmaktan başka işleri yok. Çarpık kentleşme diye bağırıp duruyorlar.. sallandıracaksın bunları.
Biraz mürekkep yalamış olanları da, bir grup duyarlı demokratın önüne koyduğu rapora göz ucuyla bakıp, “ valla çok haklısınız sizler gibi duyarlı vatandaşlara ihtiyaç var. Lakin devletimiz büyüktür. Gereken yapılıyor. Kaymakamlığımız, valiliğimiz, bakanlığımız, belediye başkanımızın çabaları sürüyor. Biz halk için gece gündüz çalışıyoruz di mi ya?” Ama efendim ovaları, zeytinlikleri, narenciye bahçelerini, dere yataklarını imara, madene açıyorsunuz bu felaketlere davetiyedir. Hayır hayır devletimiz gereğini yapıyor müsterih olun. Koltuğunda söyle geriye yaslanıp, raporu sekretere havale edip, üstten yarı alaycı, yarı tehditkâr bakışlarla kapıda başka randevucuların beklediğini ima eden beden hareketleriyle kapının önünde bulursunuz kendinizi. Son durak, bin bir emek ve titizlikle hazırlanan raporların tozlu raflara kaldırılacak kadar şanslı değilse marş marş kağıt dönüşün kutusuna .
Biraz daha sağ siyasetin solunda, solumsu, sosyaldemokratımsı olanlarsa sizi kapıda karşılarlar. Nede olsa potansiyel oy gibi bir beklentileri vardır. Çaylar, kahvelerden sonra rapora bir göz atıp ziyaret sebebi üzerine üç beş kelamdan sonra alır sazı eline, öyle bir muhalif sözler söyler ki sizin sosyalistliğiniz basit kalır. O mutlu, siz buruk bir memnuniyetle kapıya yönelirken, o da, sizde çarkın değişmeyeceğinden emin sahte şirinlikler içinde o raporunda akıbetinin de daha siz ana kapıyı geçmeden marş marş kâğıt dönüşüm kutusu olduğunu hissedersiniz. Koskoca devlet, devletin koskoca kurumları bir avuç solcunun fantezileriyle vakit geçirecek değiller ya.
Peki bu yıkımlarda dehşeti dinlemeyenler kimler derseniz; Kanun yapıcıları, kanun koruyucuları, imar düzenleyicileri, af edicileri, konut yapıcılar ve denetçiler ve tabii ki rantın büyüsüne kapılmış halk kitleleri.
Ama doğanın gerçeği başkadır. Sen ona uymazsan o seni kendine uydurur zerre tereddüt etmez. Ne ağıtlar, ne dualar, yalvar yakarlar onu ilgilendirmez. O nedenledir ki; Zenginler karar verir yoksullar ölür. Zenginler yapar satar yoksullar altında kalır.
-Artık hiç kimse binasının emlak değerini canından üstün görmesin, -Artık hiç kimse depremden sonra bizleri, yakınlarımızı, çocuklarımızı beton yığınları altından kurtarma kahramanlığına soyunmasın,-Artık hiç kimse depremin felaketine uğramış insanlara deprem yardımı toplanmasın,-Artık hiç kimse televizyonlarda yardımsever showları yapmasını istemiyorsak, depreme hazırlıklı olmak için önce “ben ne yapabilirim” den başlamalı herkes. Kim her ne yapacaksa şimdi yapmalı. AFAD gelir, Kızılay çadır kurar, çorba dağıtır, hayırseverler yardıma koşar, anlı şanlı devlet kurumları beni kurtarır beklentisinden herkes vazgeçmelidir. Tamam, bunların hepsi olabilir ama sıra sana gelinene kadar geçmiş ola. Ne demişler ağanın keyfi gelene kadar marabanın canı çıkmış..
Asıl olan YAŞAMAK ve YAŞATMAKTIR. DEPREMDEN SONRASI İÇİN DEĞİL, ÖNCESİ İÇİN...” Konutunda en ufak bir kuşkusu olan her kim varsa devletin kapısına şimdi dayanmalıdır.
Eğer çadır kentler kurulacaksa depremden önce kurulup dönüşümler müteahhitlerle değil kamu eliyle ve doğrudan dönüştürülmelidir. Hamasetten gına geldi. Çünkü neye layıksanız onu yaşarsınız.