Bodrum'a Nazım yakışıyor
Öncelikle başta Belediye Başkanı Ahmet Aras olmak üzere, efsane belgeselci Nebil Özgentürk, Nazım şiirlerinden bestelenmiş şarkıları duygularını da katarak seslendiren Aysun-Ali Kocatepe çifti, belgeselde Nazım’ı canlandıran tiyatrocu Şahin Sancak, Bodrum Şehir Tiyatrosu yöneticileri ve emeği geçen tüm belediye çalışanlarına teşekkür etmek istiyorum.
Amatör bir ruhla ama çok profesyonel bir etkinlik gerçekleştirdiler.
Bodrum halkının yakın ve yoğun ilgisini de atlamamak gerek.
Aristokrat bir aileden gelmesine karşın konforlu bir yaşam yerine barış, demokrasi ve insan haklarına kendisini adayarak çok ağır bedeller ödeyen Nazım Hikmet kuşkusuz tüm dünyanın tanıdığı, kabullendiği çok önemli bir şairdir.
Her şiiri ayrı bir toplumsal sorunu ele alan, yürek tellerimizi titreten, tüm devrimcilere mücadele azmi ve kararlılığı aşılayan Nazım Hikmet yalnızca bir şair değildi.
O, sosyalizme inanmış bir işçi sınıfı neferi, barış mücadelesine fikirleriyle de önemli katkılar koymuş bir düşünür ama en önemlisi de örgütlü mücadeleye inanmış, bu uğurda yıllarca cezaevlerinde kalmayı göze almış bir yiğit halk önderiydi.
Ancak sıkça yapılan Nazım’la ilgili toplantı ve etkinliklerde onun ideolojik kimliği ya görmezden geliniyor ya da önemsiz gösterilmeye çalışılıyor.
Nazım Hikmet, baskı ve zulmün en yoğun olduğu yıllarda sisteme muhalif bir genç olarak tercihini yapmış, aileden gelen lüks yaşam olanakları yerine, zulme karşı direnen, ezilen halkların yanında olmuştur.
Bireysel mücadelenin yetmeyeceğini bildiği için işçi sınıfının o dönemdeki en örgütlü ve enternasyonal partisi olan Türkiye Komünist Partisi saflarında mücadelesini sürdürmüştür.
Onun bu en temel özelliğini ortaya koymadan tanımak ya da anmak eksik ve hatta anlamsız kalır.
Sanki Nazım ağaç kovuğundan çıkmış, sanki Nazım’a bazı geceler ilham gelmiş ve oturup yazmış, sanki Nazım her gördüğü güzel kadının peşinden giden biri…
Onu dünyaca tanınan biri yapan barışa olan inancı, bu uğurda verdiği mücadele ve uluslararası sosyalist sisteme bağlılığıdır.
Nazım’ı Nazım yapan, sanatçı ruhunu besleyen, ölümsüz eserler yazdıran içinde yer aldığı siyaset iklimidir.
Nazım’ı zalimlerin değil, zulme uğrayan tüm dünya halklarının yanında yer almaya iten, politik tercihleridir.
Nazım tüm muhalif duruşuyla, eleştirileriyle ölene kadar sosyalizmi savunmuş, Türkiye Komünist Partisine sadık kalmıştır.
Yeri geldiğinde içinde bulunduğu siyasi hareket ve yöneticilerine yönelik en ağır eleştirileri yapsada onu ayakta tutan bilimsel sosyalizme olan sarsılmaz inancı ve bağlılığıdır.
Öte yandan dünyanın en güzel aşk şiirlerini yazan Nazım; bir barış savunucusu olarak yüreğinde hep sevgi taşımış ve yeri geldiğinde aşklarını da doyasıya yaşamıştır.
Çekinmeden tüm içtenliğiyle sevdiği kadınların yanında olmuş, yeri gelmiş ölesiye kıskanmış kadınlarını, yeri gelmiş koşulları gereği ihmal etmiş, kimi zaman kendi deyimiyle aldatmış ama hiç esirgememiş sevgisini.
Hayata dair çok insanı bu duyguları ve ilişkileri için Nazım’ı eleştirenlerin kendi yaşamlarında ne sağlıksız ilişkiler yaşadığını biliriz elbet.
Tarihte iz bırakan kişileri bir insan olarak değerlendirmek yerine, yalnızca hataları ya da belli bir kesime aykırı gelen yaşam tarzlarıyla yargılama gafletine düşenler geçmişte Mustafa Kemal’ e yaptıklarını şimdilerde Nazım üzerinden yapıyorlar.
Nazım Hikmeti besleyen, yücelten, ölümsüz kılan tüm eserlerinin gerisinde onun ideolojik alt yapısının olduğunu görmeden Nazım’ı anlamak, tanımak mümkün değildir.
O yüzdendir ki onu vatan haini ilan ettiler.
O yüzdendir ki onu yıllarca cezaevlerinde rehin tuttular.
O yüzdendir ki onu çok sevdiği memleketine hasret bıraktılar.
Tıpkı Sabahattin Ali’ye yaptıkları gibi,
Tıpkı Yılmaz Güney’e, Ahmet Kaya’ya yaptıkları gibi.
Tıpkı Selahattin Demirtaş’a, Osman Kavala’ya, Gezi mağdurlarına ve haksız, hukuksuz yere cezaevlerinde yatan siyasi tutuklulara yaptıkları gibi.
Cumhuriyet tarihinin en önemli ve yaşamsal seçimlerine yaklaştığımız şu günlerde Nazım ve tüm demokrasi kahramanlarının ödedikleri bedel, geçmişte verdikleri mücadele azim ve kararlılığı; halktan, emekçiden yana mücadele veren demokrasi ve barış yanlılarına ışık tutmalıdır.
Artık gün fedakarlık zamanıdır.
Tüm önyargılarımızı, bizi esir eden anlamsız egolarımızı kenara bırakmak ve hatta çoğu zaman pek bir işe yaramayan kırmızı çizgilerimizden ödün verme zamanıdır.
Ödün vermek, inandığınız tüm değerlerden vazgeçmek demek değildir.
Ülkemizin yeniden aydınlık günlere kavuşması, bu yasaklı, yoksulluk ve yolsuzluk düzeninden, laik, demokratik bir hukuk sistemine geçişinin yolu buradan geçiyor.
Bu tarihsel mücadelede hiç kimsenin hata yapma lüksü yoktur.
İktidara talip olan siyasetçilerin hiç yoktur.