Hasan Baki: Sansür yasası ve İGD
Derler ki “nasıl yaşarsan öyle düşünürsün”. Yani düşünceyi ekonomik beklentiler ve kazanımlar belirler. Tabi tek başına olmasa da kapitalizmin eşitsiz sermaye düzeninde kamusal ve özel hizmetler kamu yararından yana değil, kişilerin çıkarlarını ötekinin aleyhine haksız hukuksuz rekabete dönüştürür. Rekabet eşitsiz olunca ezen ezilen ilişkisi, azınlık sermaye lehine bir zorbalığa dönüşür. Ve siyaset buna göre şekillenir. Sermaye çıkarlarını ve varlığını korumak, siyasi, ideolojik, ekonomik güvenliği için devletin nasıl örgütlenmesi gerektiğini kendi çıkarlarına göre biçimlendirir.
Yani dünün mazlumlarının iktidar olunca zalime dönüşmesi, iktidarı ele geçirenlerin, sermaye gruplarıyla aynılaşmasına imkan sağlanır ki, siyaset erkini eline geçirenler kendi çıkarlarını korurken asıl sermaye düzenini korusun. Hedef kitle halka yönelik uyguladıkları hile, algı, baskı, zülüm, sömürü ve tüm anti-demokratik uygulamaları aslen sermaye gruplarını koruyan, kollayan sistem otomatik olarak zincirleme devreye girer. Egemen olanın gerçekliği tüm toplumun ve sosyal ve mesleki grupların faydasınaymış gibi dayatılır. Esas olanın devletin bekası arkasına sığınmak en bilindik gerekçedir.
Kısaca “gerçek “ bulanıklaşır. Halkın gerçeğiyle, sermayeyle bütünleşmiş iktidarın gerçeği çelişkileri de büyütür. Gücü elinde bulunduranlarla ki, seçilmiş olsalar bile geniş halk kitlelerinin gerçeği aynıdır demek ve bundan fayda beklemek en basit tarifle iktidara hizmettir.
Egemenlerin tarih boyunca hep kendilerinin övülmesini ve her türlü tasarruflarının “halka hizmet,hakka hizmet” miş gibi sunulmasını isterler. Bunun için de haber alma kanallarını kendi çıkarlarına göre düzlemesi doğası gereğidir. Geçmişte muhalif halk ozanlarından, destancılarına, halk aşıklarına, şairlere, yazarlara, meddahlarına, sanatçılara, tiyatroculardan gazetecilere şaşı bakmaları, zalimlik yapmaları “kral çıplak” diyebilenler olmalarından kaynaklıdır. Elbette kralın eteklerinde fayda bekleyenlerden bahsetmiyoruz.
Kamuoyunda sansür yasası olarak bilinen “7418 sayılı Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun İGD (İstanbul Gazeteciler Derneği) tarafından “ Serbest Kürsü” adıyla sınırlı zaman içinde daha çok basılı gazete ve internet haber sitesi sahiplerinin katılımıyla ve sınırlı konuşmacıların ifadelerinde biri hariç, akademik ünvanlı misafir konuşmacı dahil, yasanın kazanımlarından, beklentilerinden, uyum süreçlerinden bahisle bu yasaya “ sansür yasası” denemeyeceğine kadar olumlayan sunumlar yaptılar.
Ben söz almadım, çünkü ben gazeteciliği meslek olarak yapmıyorum. 1990lardan beri amatör bir ruhla kendi farkındalıklarımı toplumla paylaşıyorum yasa ile ilgili konuşmak önceliği, o işte ekmeğini kazananların hakkıdır diye düşünenlerdenim. Sadece yasada “gazete çalışanlarının hak ve güvenceleriyle” ilgili soru toplantı sonuna denk gelince kaynayıp gitti.
Oysa ki “sansür yasası” denmesinin nedeni, haberin dijitalleşmesi, bilginin evrensel boyut da hızlı akışı, çeşitliği, etkisi, iktidar erkinin kontrolünde çıkması, basılı ve görsel yayınları kontrol edebilen iktidar erki bu süreci “ havuç- sopa “ görüntüsüyle basına ve haber alma hakkına yeniden müdahalesinden ibarettir.
İGD serbest Kürsü konuşmacıları bulundukları konum gereği havuç kısmına odaklandılar. Oysa sopa kısmı 40 maddenin içine iki madde atmak suretiyle yasanın bütününü yok etmeye yetiyor artıyor bile. Haber sitelerinin tescili, basın kartı konusu, basın ilan kurumlarından yararlanma hakkı, idarenin elinde baskı ve oto sansüre dönüşecek ekonomik kaygıların içine hapsedilmesi bir yana, 29. maddede “Yanıltıcı bilgi..” devlet ve kamunun korunması kılıfıyla iktidarın korunması hedeflenmişken, bu yasadan havuç beklemek gazeteci tarafsızlığına, kamusal gerçeğe, haber alma ve yayma hakkına, düşünce ve vicdan özgürlüğü gibi demokrasinin olmazsa olmasını nasıl güvence altına alınmasından çok, seçimler kapıya dayanmışken bir gayret yeni bir susturma operasyonudur demek yanlış olmaz. Susuzluktan bitap düşmüş birine bir bardak su veriyorsunuz, içine bir damla zehir damlatıyorsunuz. Hadi iç diyorsunuz.
Akademik düzeyde konuşma yapan arkadaşın, bu yasanın demokratik değerler açısından bilgilendirmesi yerine, Gazeteciler Cemiyeti’nin “ heyecanını kaybetmiş yaşlı kurumlar” olarak değerlendirmesi, basın iş kolunda örgütlüğün alabildiğine zayıflığı bir yana sendika, derneklerin ve diğer kurumların , demokratik meslek kuruluşlarının başlarına nelerin geldiğinden bihaber, neredeyse itibarsızlaştırma dilini kullanması doğrusu bir yerlere mesaj değilse, demokratik değerlerden uzaklığının ölçüsüdür.
Günümüz dünyasında kabul edilmiş standartlarla ulusal ve uluslararası anayasa ve sözleşmelerle güvence altına alınmış “haber alma hakkı, haberi hiçbir baskı olmadan yayma hakkı, düşünce ve fikir özgürlüğünün güvenceye alınması” iktidar ve egemen güçlerin lütfundan değil, mücadeleyle kazanılmış haklar olduğunu unuttuğunuz zaman iktidarların tasarrufuna methiyeler düzen konumuna düşersiniz.. Çünkü haklar tarihin hiçbir döneminde iktidarların lutfuyla yasaya dönüşmemiştir. Mücadele vardır. Bedeller ödenmiştir. Örgütlü güce dönüşebilen meslekler devlet karşısında var olma hakkını mücadeleyle elde etmişlerdir. Yani güçler ayrılığı demek olan liberal demokrasilerde bile “ne kadar örgütlüysen o kadar güçlüsündür” sözünde, gazetecilik mesleği de kendi gücünü demokratik örgütlenmesinde ve mesleki özerkliğinde almıyorsa sansür, otosansürün yanında, merkez de nemalanarak ayakta kalma telaşıyla meslek ilkelerimden uzaklaşması kaçınılmazdır.
Yani sendikalar, meslek birlikleri, odalar, cemiyetler, kooperatifler, kamusal vakıflar, dernekler, partiler vs. Devlet gücünü ve iktidarların tasarruflarını karşı kendi çıkarlarına korumak ve geliştirmek, çağın ihtiyaçlarına göre düzenlemelerin yapılmasını örgütlü güçleri sayesinde savunabilirler. Kurulan tuzakları kollektif akılla ve güçle bertaraf edebilirler. Gerisi beyhude çabadır.
Kısaca içinde bulunduğumuz siyasi hegemonyanın basın yayınının % 90 dan fazlasını, hatta troller ordusunu elinde bulundurması yetmemiş olacak ki, İnternet haberciliğini, sosyal medyayı hizaya sokmaya karar vermiştir. Anayasal hak olan doğru bilgi alma hakkının, enflasyon verilerinde bile, göze parmak kadar bir gerçeğin, onlarca basın yayın organında tek merkezden kaleme alınmış yayınların “yanıltıcı bilgiyi yayma” suçu sayılmazken, İnternet haberciliğini de, vatandaş gazeteciliğini” de aşan, “yanıltıcı bilgiyi yayma.., devletin birliği.., anayasal düzene.., devleti sırları..” gibi “kime göre” olduğu gayet açık olan uygulamalarla muhaliflerin ve hak temelli demokratik taleplerin söz ve yazımından süzme algı çıkarılarak dünyanın en çok gazetecinin hapiste olduğu bir siyasal ortamda, üstüne üstlük yeni yasayla üç yıla kadar hapisle cezalandırmalarını ön gören bir “basın yasası değişikliğinden” havuç beklemek en basit tabirle teslim olmak değilse, bulanık suda balık avlama hevesidir.
Diğer yandan yanıltıcı, kışkırtıcı, provokatif kıyım ve katliamlara yol açmış tarihsel alçak haberciliğin kaynağının kimler olduğu, hangi yayın organlarında tefrika edildiği arşivlerde mevcuttur. Tek bir örnek verecek olursak 6-7 Eylul 1955 olayları olarak kara bir leke olarak tarihe geçen gayrimüslüm halka karşı yapılan kalkışmada DP yanlısı İstanbul Ekspres ve Hürriyet Gazetesi yayınlarına bakmak yeterlidir. Yetmez ise Özel Harp Dairesi’nin eski Başkanı emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu anılarını okuyabilirsiniz.
40. Madde de uygulama kudretini doğrudan Cumhurbaşkanlığı’na veren bu kanunla yazım, basın görsel yayın dünyası yeni sorunlarla boğuşmaya devam edeceğinden kuşku yoktur. Demokratik ülkelerde devlet ve iktidarlar mı basını korumalı, basın mı, iktidarı ve devleti korumalıdır? İyi niyetlerinden kuşku duymadığım arkadaşların birde bu pencereden bakmalarını ve hayale kapılmamalarını dilerim.
Hasan Baki