Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Kapalı
10°
Ara

Aziz Nesin ve tavsiye kartı

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Aziz Nesin ve tavsiye kartı

Samsun’da Atatürk anıtına saygısızlık yapanların gözümde hiç değeri yoktur.

Bilirim ki, aynı zihniyettekiler günümüzde daha Süleyman Şah türbesini koruyamazken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk hasta yatağında Hatay’ı almıştı. Onların zoruna giden bu ve 27 yıl soluksuz cephede Türk var olsun diye savaşmasıdır.

Tutuklananların ifadelerine de inanmıyorum. Yapılması gereken, talimat verenlerin bulunup deşifre edilmeleridir. 

Gerisi benim için tırı vırı...

Bugün sizlere, vekillerin, bürokratların liyakat sahibi olup olmadıklarını bilmeden, kefillik yapmaları konusunu üstat Aziz Nesin’in kâh düşüneceğiniz, kâh güleceğiniz ve de günümüz de olanları anlatan yazısını sunacağım.

Tamamını üstadın “Mahallenin Kısmeti” kitabından okuyabilirsiniz.  

TAVSİYE KARTI

Nafi Bey’le trende hemen ahbab olduk.

Efendim, bir tavsiye kartı için Ankara’ya gidiyorum, dedi. Başınızı ağrıtmazsam, anlatayım. … Sizden iyi olmasın, bizim bir Zeki bey vardır, çok iyi bir zattır. …Çocukluğunda bu Zeki’den mahalle illallah ve resulilah dedi. ... Öyle bir yaramaz, öyle bir haşarı oğlan…

... İşte bendeniz altı ay mukaddem, bu Zeki’ye, yani affedersiniz, Zeki Bey’e gittim. Ne dersiniz, bendenizi bir türlü çıkaramadı. “Aman Zeki Bey, siz Nemse çıkmazında, Çarıklı tekkesini bitişiğinde oturmaz mıydınız?” dedim.

“Nemse çıkmazı mı, orası da neresiymiş? Biz Şişli’den başka yerde oturmadık. Yalnız yazları Adaya giderdik” dedi.

….Her ne dedimse, Zeki Bey’e kendimi tanıtamadım. En sonunda;

…“Her neyse, ne istiyorsunuz, onu söyleyin. Tavsiye mi istiyorsunuz? Ha tanımışım, ha tanımamışım, orası mühim değil…” dedi.

“Ah efendim, nasıl da anladınız” dedim. Hemen cüzdanından bir kart çıkartı. Üstüne “Hamil-i kart Nafi Bey’e lüzumlu suhuletin gösterilmesi ricasiyle” diye yazdı. Ben kartı okuyunca ”suhulet istemiyorum, iş rica ediyorum ”dedim. “Usul öyledir, öyle yazılır” dedi.

….. Madem bu kart her bir yerde geçer, başımızı büyük taşa vuralım, dedik. Yürüdüm Başmüdürlüğe.

… Kartı almak kolaymış, gel gelelim kartı vermek zor. Giderim, yok derler. Giderim, gelmedi derler. Giderim, seyahatte derler…

…Bir ay böyle geçti. Bir gece evde aklıma geldi, şu bizim tavsiye kartı ne alemde diyerek cüzdana el attım.

….Karta elimi attım ki, kart iki parça olmuş, elimde tuta tuta, cebime soka çıkara, kartın bir köşesi kopmuş. Hem de parmak izinden “Hamili” ile “lüzumlu” kelimeleri silinmiş, kart şöyle olmuş: “Kart Nafi suhuletin gösterilmesi ricasiyle”. Hiçbir mana çıkmıyor. Eh ne yapalım, dedim.

…İkiye ayrılmış kartı, yapıştırıcı şeffaf bantlar var, onunla yapıştırdım.

…Bir ay mı, iki ay mı, daha gittik, geldik. Başmüdür Beyin yüzünü görmek ne mümkün.

Bir sabah kartı cebimden çıkarırken bişey, hafiften çırt etti. …Kartı yapıştırdığım bandın zamkı sıcaktan ermiş, nüfus kâğıdındaki resmime yapışmış. Ben kartı çekince, yırtılan resim de beraber geldi. Resmin de neresi? Tam yüzüme gelmiş. “ricasiyle” kelimesinin üstüne yapışmış.

Şimdi ne olacak? Yapışan resmi çıkartmaya uğraşıyorum. Kartın kâğıdı da beraber kalkıyor. Eksik olmasın bir ahbabımız, “Bu işi yapsa yapsa falanca yapar. Gayet iyi sahte diploma ustasıdır ”dedi. Adamı bir de methetti.

…. Adama gittik. Ben hapse girdikten sonra, sahtecilikten vaz geçtim, şimdi dolandırıcılık yapıyorum! Dedi. …“Aman bu iş sahte işi değil, bir sevaptır.” Diye yalvardık.

….. Resmi kaldırırken kartın üstündeki tabaka kâğıdı da beraber sökmüş almış.”Ricasiyle” kelimesi de gitti. Kart şöyle oldu: ”Kart Nafi Bey’e suhuletin gösterilmesi”

…Kartın üstündeki yedi kelimelik yazı, indi dört kelimeye, daha bir zaman geçse, kartın üstünde kelime kalmayacak.

Beyefendi, Allah inandırsın, tam beş ay… Beşinci ayın içindeydi. Bir sabah vilayete geldim, bir de kartı cebimden çıkarınca, ne bakayım, cebimde dolma kalemin kapağı düşmüş, cebim mürekkep olmuş, benim tavsiye kartı da mürekkebe bulanmış mı? Bereket bütün kelimeler mürekkeplenmemiş, yalnız “Suhulet” kelimesi gitmiş.

Bir sabah vilayete boynumu bükmüş duruyorum. Oradan birisi,

“Yahu sen Başmüdür Beyi görüp de ne yapacaksın?” dedi.

Zeki Beyin selamı var, onu söyleyeceğim” dedim.

Adam,

“Tuuu…” dedi. “Yahu insan Zeki Beyden selam getirir de, bu kadar zaman bekler mi? Zeki Bey vallahi duymasın, selamım geç kaldı diyerek kıyametleri koparır. Zeki Bey’den selam oldu mu, duhuliye serbesttir. Haydi yürü!”

….Aman yarabbi… Ben ceplerimi ha babam karıştırdıkça Başmüdür gülüyor. Yahu bunlar cep değil, Tramvay idaresinin bulunmuş eşya deposu. Düğme çıkıyor, fotin bağı çıkıyor, sicim yumağı çıkıyor, yalnız benim tavsiye kartı çıkmıyor.

….Meğer o kartı elimde tutarmışım da, heyecandan haberim yok. Başmüdüre kartı uzattım. Karta baktı, baktı, okuyamadı. Odadaki memurlardan birine, “Gözüm seçmiyor, oku şunu!” dedi. Adamda okudu “Kart Nafi Beye gösterilmesi”.

Başmüdür “Kart Nafi Bey kim?

“Bendenizim efendim”

“Soyadınız Kart mı?

“Aile lakabımız efendim!

“Zeki bey’in kartı baş üstüne. Her ne gösterilecekse gösterelim.” Dedi.

Kartı bulduğuma bin pişman oldum. Kaybolaydı da kurtulaydım.

“Efendim, Zeki Bey bendeniz bir iş için…” derken Başmüdür “Vallahi bu kart iş için geçmez” dedi “Ama göstermek için, ne isterseniz gösterelim…”

Ardıma baka baka odadan çıktım. Yaaa İşte böyle beyefendi. Şimdi yeniden kart çıkartmak için Ankara’ya gidiyorum. Zayiinden dolayı Zeki Bey’den bir kart daha alacağım da, İnşallah bir işe gireceğim.

….

Yani güzel insan mülakat için rica eden milletvekilinin de dediği gibi, bu yeni bir şey değil, ancaaak liyakat olmayınca işi ehliyetli kişilere vermedikçe başarı da, adalette olmaz.

Ve de, ne katliam yapanların gerçek kimliklerini, ne de Atatürk büstünü yıkmaya çalışanların asıl sahiplerini bulanamaz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *