Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Hafif yağmur
10°
Ara

“Sürtüşme olmadan ateş olmaz”

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
“Sürtüşme olmadan ateş olmaz”

İstemek başarmanın yarısıdır, sözüne inanır mısınız? Kulağa hoş gelen, yola çıkmak için insanı bir anlık da olsa ayağa kaldıran bir söz olduğuna şüphem yok. Doğrusu, yolun yarısı mı değil mi bunu kimsenin merak ettiğini de pek sanmıyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki istemek başarmak demek değildir.
Birçok kimse içindeki ilk kıpırtının, isteğin, heyecanın, başarmanın kendisi olduğunu sanıyor ve bundan dolayı genellikle hızlı başlamakla doğru başlamayı birbirine karıştırıyor.

Her zaman hatırlamalıyız ki hayat denge üzerine kuruludur. Bir başkası için geçerli olan hız ve doğrular bizim için aynı derece geçerli olmayabilir.
Dolayısıyla burada yaşamın; zamanın, oluşun akışını iyi okumamız gerekir. Böylece kendimiz için uygun olan hızın, doğrunun derecesini kontrol edebilir aynı zamanda geçerli ve verimli hamleleri yapabiliriz.

“Dünyanın gördüğü en büyük başarı, önce bir hayaldi.

En büyük çınar bir tohumdu,
en büyük kuş bir yumurtada gizliydi.”
Allen

 

İstemek, o ilk heyecanı içimizde hissetmek başarı yolculuğunun sadece bir kıvılcımıdır. Bu kıvılcım bir konuyla temasımız sonucu ortaya çıkar. Meselemiz o kıvılcımı ateşe dönüştürebilmek ve yanmasını sürekli kılabilmektir.
Bunun için yazar Gurdjieff’in “sürtüşme olmadan ateş olmaz” sözünden hareketle kendimize şu soruları sormalıyız:
Hangi alanda, hangi konularla iç içe olmalı ve etkileşimimi nasıl yoğunlaştırmalıyım?

 

* * *
 

Sürtüşme sözcüğünün ihtilaf, tartışma manalarını da kendi içinde taşıdığını hatırlayalım. Şüphe, pozitif bir duygudur. Bilmek için kullanırız. Tartışma da pozitif bir eylemdir. Konuları, kişileri, olayları akıl yoluyla tartmak için kullanırız. Bu iki anlam/duygu da bir konuyla etkileşim içinde olduğumuzu gösterir ki bu da söz konusu söylemde ‘sürtüşme’ olarak değerlendirilebilir.
Ve sürtüşme ateşi, ateşlenmeyi var eder.


Her ne kadar ateş sözcüğünü mecazi manada kullansam da gerçek anlamına da değinmeden geçemeyeceğim. Zira bir milyon yıllık bir geçmişe sahip olduğu söylenen ateşin, insanlarca evcilleştirilmesi bize çağ atlatmıştır.
Ateşin olduğu yerde yaşam da var olmuştur. Bugün kimilerince “Ocağın sönmesin” temennisi aslında yaşamın sürsün niyetiyle kullanılmaktadır. 

“Hayatını yüksek değerlerin yolunda yaşayanlar hiçbir zaman ölmezler.”
G.Hipple


Öyle ise soru şu; gündelik hayatımızda, başarı yolculuğumuzda çağ atlayacağımız kendi ateşlenmemizi nasıl var edebiliriz?

Hedefimize ulaşabilmek için neler yapmak istediğimizi bilmek tek başına yeterli değildir. Bildiklerimizi hayata dönüştürmek için gereken sabrı, sebatı, sorumluluğu da taşımanız gerekir. Çoğu insan başarıyı peşin istiyor. Oysa gerçek başarılar zamanla meydana gelir.

Bugün internet üzerinde birkaç saniye içinde erişebildiğimiz bilgiler, eserler sizin de bildiğiniz gibi derin, köklü hikâyelere sahip oldukları gibi arkasında durmaksızın disiplinle çalışan kimselerce ortaya çıkarılmıştır.

Edebiyata muazzam katkı sağlayan usta yazar Alexander Dumas, bunca eserini bir günde değil, kırk yıl boyunca, günde on altı saat çalışarak verdi.
Leonardo da Vinci “Son Yemek” adlı tablosunu bir günde değil, on yıl boyunca üzerinde titizlikle çalışarak tamamladı.

Çünkü “başarı yolculuğu her an yapım aşamasındadır”.

* * *

Yaşamın denge üzerine kurulu olduğunu dile getirmiştim. Evet, ateş varsa su da olmalıdır. Su varsa hava da, toprak da olmalıdır. Kendimizi gerçekleştirme yolculuğumuzda ateşlenmeye gereksinim duyduğumuz kadar onun kısık da olsa yanmasını sürdürmeliyiz.
Kimi insanlar hırs duygusunu bir fırtına gibi kullanmakta ve içlerindeki ateş sadece kendi hayatlarını değil, yakınlarını da yakmaktadır.
Oysa bizim hırsa değil azme, fırtınaya değil rüzgâra, yanmaya değil aydınlığa ihtiyacımız vardır.
Peki, bunun dengesi nasıl kurulmalıdır?
Bunu da size Güneş ve Rüzgârın masalı üzerinden anlatayım.

Hangisinin daha güçlü, daha etkili olduğuna dair Güneş ve Rüzgâr kendi aralarında hararetle tartışıyorlarmış. Rüzgâr, fırtınayı da andırır bir enerjiyle kendisinin daha güçlü olduğunu Güneş’e kanıtlayacağını söylemiş ve üzerinde paltosuyla yürüyen bir adamı işaret ederek, “O paltoyu adamın üstünden senden önce çıkarabilirim!” demiş. Güneş de bu meydan okumayı kabullenerek bir bulutun arkasına gizlenmiş.
Rüzgâr, büyük bir hışımla esmeye başlamış fakat şiddetini ne denli arttırırsa arttırsın adam da paltosuna o denli sarılmaktaymış.
Hiç hesaba katmadığı bu direnç karşısında, adama galip gelemeyeceğini anlayan Rüzgâr, yavaş yavaş dinginleşmiş ve bir kenara çekilmiş. Sıranın kendisine geldiğini bilen Güneş, kendinden emin ve güler yüzüyle gizlendiği bulutun arkasında yavaşça yeniden doğmuş ve sıcaklığını adamın damarlarına kadar hissettirmiş. Güneşle birlikte içi ısınan adam paltosunu eline alarak yürümeyi sürdürmüş. Böylece paltoyu kimin önce çıkaracağı yarışma da sona ermiş.
Düelloyu kazanan Güneş, Rüzgâr’a “Sevgiyle yapılan her iş tüm olumsuzlukların üstesinden gelir” demiş.

* * *

Evet, sevgili okur, verdiğim örnekte her ne kadar rüzgârın arkasından konuşmuş olsak da bunun bir masal olduğunu ve masallarda ağacın, toprağın, hayvanların konuşması aslında bizim kendimizi daha iyi anlayabilmemiz, hayatımızı daha iyi okuyabilmemiz için birer araç olduklarını anımsayalım.
Size hırsı değil azmi, fırtınayı değil rüzgârı, yangınları değil ateşi tavsiye ederken; tüm bunların ve dahasının dengesinin sevgiyle kurulduğunu hatırlayın.

Öyle ise soru şu, kendi ateşimizi nasıl var edeceğiz?

1) Değişime hazır olun.
2) Daha iyi bir siz için ne yapmak istediğine karar verin?
3) Hedefinize ulaşamamanın hayatınıza olacak negatif etkilerini ve ulaşmanın pozitif etkilerini listeleyin.
4) Kendinizi gerçekleştirmek için çıkacağınız bu yolun haritası belirleyin.
5) Kendinize bu yolda hiç durmadan yürüyeceğinize söz verin.
6) Yolculuk için gereksiz tüm fazlalıklarınızla vedalaşın, yeniliği sevgiyle kucaklayın.
7) Neden değişmeniz gerektiğine, neden kendinizi gerçekleştirmek istediğinize dair güçlü nedenlerinizi tek tek yazın. 
8) Ve yola çıkın.

Amaçları doğrultusunda çabuk yorulanların, erken pes edenlerin, ayağını sürterek yürüyenlerin ortak özellikleri güçlü nedenlerinin olmamasıdır.
Güçlü nedenlerimiz bizim, bu hayatta koruma kalkanlarımızdır. Yağmur, sel, rüzgâr, fırtına, deprem… Tüm doğal ve psikolojik afetlerin içinde dik ve sağlam durmamızı sağlayacak gerçekliktir. Dünyayı değiştiren tüm başarı hikâyelerin temelinde bunu görürüz.

Hatırlayın, hangi konuyla temas edersek, hangi konularla derinlemesine sürtüşürsek kıvılcımı başlatırız. Kıvılcımımızı ateşe dönüştürmek ve onu sürekli kılmak güçlü nedenlerimizle mümkündür.
Karar verdiyseniz, yol haritanızı çizdiyseniz, güçlü nedenlerinizi belirlediyseniz eğer kendinizi bir füze olarak hayal edebilir ve kendi ufkunuza fırlamak için geriye sayımı başlatabilirsiniz…

5, 4, 3, 2, 1.
Ateş!

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *