Hiç kimse vazgeçilmez değildir
“Hiç kimse vazgeçilmez değildir ve hiç kimse kendini vazgeçilmez sanan biri kadar aptal değildir.”
Victor Hugo’nun bu anlamlı sözü, son günlerdeki kimi siyasi gelişmeleri açıklamakta anahtar sözcük olabilir.
Yaşamın her alanında her birimiz bu tür kendini vazgeçilmez sanan insanlarla karşılaşırız. Bu insanların ortak özelliği de bulundukları mevki ya da statüye kendi çabalarıyla, hak ederek gelmemiş olmalarıdır.
Ancak zaman içerisinde kendileri bile oluşturulan bu yapay güç algısına inanmaya ve daha kötüsü, başkalarını da inandırmaya çalışırlar.
Sıkça karşılaştığımız kötülüklerin, şiddetin, anlamsız kavga ve sömürünün kaynağında da bu yapay güç gösterisi yatar.
Gösteri diyorum, çünkü gerçek bir güç değildir ve en küçük bir sarsıntıda yerle bir olmaya mahkumdur.
Özellikle de siyaset kurumu içerisinde bu tiplere çok fazla rastlamak mümkündür.
Geçmişte bürokraside daha çok gördüğümüz ve” her şeyi kendinden menkul” sayan, elde ettiği yetkiyi kişisel hırs ve çıkarları için kullanmaktan sakınmayan, bunu yaparken de çevresine zarar veren, bundan da keyif alan hastalıklı tiplerin benzerleri şimdilerde sözde seçilmişler arasında daha çok görülmeye başladı.
Bu güç zehirlenmesinden en çok etkilenen ve toplumda en fazla rahatsızlık yaratan kesim, eskiden beri silahlı kuvvetlerdi. Daha doğrusu resmi elbiseyi sırtına geçirdiği an kendini ülkenin, devletin ve hatta tüm cumhuriyet değerlerinin sahibi ve savunucusu sanan, her fırsatta bunu toplum üzerinde bir güç gösterisine dönüştüren kamu görevlileri.
Askeri vesayetin bir ölçüde geriletilmesinden bu yana da bu amansız hastalık, tüm bu yetkileri kendisinde toplayan erke yakın duran kimi yetkililer de görülmeye başlandı. Cehaletle mücadele edebilirsiniz, gericilikle, yolsuzlukla, yoklukla, terörle de mücadele edebilir ve süreç içerisinde bu mücadeleden başarıyla çıkabilirsiniz.
Ama güç zehirlenmesine uğramış, kendini vazgeçilmez sananlarla baş etmek o kadar kolay olmuyor. Şu günlerde bence ülkemizin en önemli sorunlarından biri budur.
Yani kendisini vazgeçilmez sanan aptallarla mücadele toplumun demokratikleşmesi, değişip, dönüşmesinin önündeki en büyük engellerden biridir.
Çünkü onlar, elde ettikleri yetki ve gücü kullanarak, kendilerine koşulsuz biat eden bir çıkar grubu yaratmayı başarmışlardır.
Böyle olunca da bu “kendinden menkul” muhteris tiplerle mücadele ederken, önünüzde bu çıkar güruhundan oluşan, aşılması güç bir duvar bulursunuz.
Bu duvarı aşamamanız için de, kanun, kararname, tüzük, yönetmelik, kurumsal disiplin gibi bir dolu anlamsız bürokrasiyle hareket alanınızı tamamen sınırlarlar.
Bu yüzdendir ki; Türkiye de, ölmeden koltuğunu bırakan lider yoktur.
Bırakmak isteyene de engel olurlar.
Çünkü çevrelerindeki dar kadronun, siyaset rantiyecilerinin varlık nedenleri liderlerdir. Eğer onlar giderlerse, kendilerinin o görevlerde kalması mümkün değildir. Bu gerçekten yola çıkarsak; var olan mevcut siyasi partilerin ve onları yöneten başkan ve adamlarının; ülke ve toplum yararına siyaset yapmak istediklerine halkın inanmasını nasıl beklersiniz?
Oysa bu halkın “halka rağmen halk için değil, halkla beraber halk için” çalışan; samimi, fedakar, dürüst, en önemlisi de “kendisini vazgeçilmez” sanmayan lider ve yöneticilere ihtiyacı var.
Sorunun değil, çözümün parçası olacak, kendini değil, hayallerini büyütecek, gelişen ve değişen koşullara göre kendisini sürekli yenileyecek, lider özelliklerine sahip insanların siyasetten uzak durduğu ülkemizde ne yazık ki; kişisel hırs ve beklentilerinin esiri olmuş, siyasetin o zehirli gücünden beslenen baronlar siyasette suyun başını tutmuşlar. İyi niyetle, kendinden, işinden, ailesinden, zamanından fedakarlık yaparak siyasi yaşamda tutunmaya çalışanlarsa; bir dolu güçlük, yıldırma ve ötekileştirmeyle mücadele etmek zorunda bırakılmışlardır.
Israrla ve inatla mücadele edenler de bir süre sonra, bu siyasi kirliliğe daha fazla dayanamayıp, kendilerini reel siyasetin dışına atıyorlar.
İlkelerin, evrensel değerlerin değil de kişilerin vazgeçilmez kılındığı siyaset arenasında sonunda meydan bu siyaset bezirganlarına kalıyor.
Ayrımsız tüm siyasi partiler için geçerli olan bu kirlenme, toplumu da, insani ilişkileri de, vicdanlarımızı da kirletiyor.
Şairin dediği gibi;” bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler”
Beyazı bile kirletenler, kendi ruhlarının o siyah, zifiri karanlıklarında kirlilikten görünmez hale geldiler.