Analara kıymayın efendiler!
Öğretmen Hasan Ocak’ın gözaltında kaybedildiği 1995 yılında başlayıp, Ağustos 2018 de 700.ncüsü gerçekleştirilen Cumartesi Anneleri etkinliği yine güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımıyla yüreğimizi yaraladı.
Aslında üzücü olan polisin gazlı, coplu saldırısından daha çok, bu konudaki en yetkili kişi olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı, anaları aşağılayan açıklamaydı.
“Çünkü artık bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik. Doğrudan doğruya terör örgütünün sözcülüğünü yapıyorlar. Annelik kavramı üzerinden bir mağduriyet oluşturup hem teröre bir mağduriyet maskesi giydirmeye çalışıyorlar, hem de toplumu ayrıştırmaya çalışıyorlar.”
Aynen böyle buyurmuşlar Sayın Bakanımız.
Bu süre içerisinde İHD ye 1.200 kayıp başvurusu yapıldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gözaltında kaybedilen 114 kişiden Türkiye yi sorumlu tuttuğu gerçeğine rağmen, dönüp tüm bunlar yaşanmamış gibi, üstelik de anaları suçlayan bir açıklama doğrusu yakışık almadı.
“Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti, benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler.”
Bu sözlerin sahibi Berfo ana beş yıl önce öldüğünde 106 yaşındaydı. Ömrünün 33 yılını faili meçhulde yaşamını yitiren oğlunu aramakla geçirdi.
Şimdi Sayın Bakana sormak gerekir.
Berfo Ana mı terör örgütünün sözcülüğünü yaptı?
AK Parti iktidarının ilk zamanlarında oluşturulan başkanlığını Prof. Zafer Üskül’ün yaptığı İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun raporundaki şu bölüm çok ilginçtir.
“Ancak ortada bir gerçek vardır; O da şahısların buraya alındıkları ve bu üç birimin koordinasyonunda sorgulandıkları, sorgulamalarda insan hak ve hürriyetlerine aykırı davranışların fazlaca olduğu ile Cemil Kırbayır'ın gözaltı biriminden sorgu yerine alındıktan sonra tekrar gözaltı birimine getirilmediği, büyük olasılıkla sorgu esnasında yapılan işkenceye dayanamayarak yaşamını yitirdiği ve ortadan bu sorgulamayı yapan şahıslarca yok edildiğidir."
O dönem Zafer Üskül AK Parti milletvekiliydi ve bu raporun altında imzası vardır.
Daha da ilginci, dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan; Berfo Ana’ya failleri bulacağına dair söz verdiği gibi, Cumartesi Annelerini kabul etmiş, tüm bu gelişmeleri anlattığı toplantıda AK Parti vekilleri timsah gözyaşları dökmüştü.
Türkiye’nin en karanlık dönemi olan yıllarda kendi partisi iktidar olmadığı halde, Süleyman Soylu’nun bu anlamsız tepkisi sanıyorum AK Parti iktidarının en haksız uygulamalarından biriydi.
O dönem yaşanan faili meçhullerde kaybedilen insanlar için yıllardır; soğuk demeden, kar-kış demeden, tüm zorluklara, baskılara karşın yılmadan çocuklarını arayan, onların yok edilmesinden sorumlu olanlardan hesap sorulmasını isteyen analara yönelik suçlamalar, onları çocuklarının ölümünden daha fazla üzmüş olmalı.
Bekleye bekleye geçiyor günler/ Gün sağır dilsiz sustu bülbüller
Kemiğim etim kapı önlerinde/ Can kayıp can kayıp
Allah'ım bu nasıl dünya/Bu nasıl ayıp
Ah ben anayım/ Yanmaz canım
dışardan kora koysalar/ Ümidimi kaybedemezsiniz
Ölsem de ahım tarihi karalar
Kuşkusuz herkes Süleyman Soylu gibi düşünmüyor. Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi, ülkemiz için bir yüz karası, tarihi bir ayıp olan faili meçhuller kadar, bu katliamların üzerine gitmemek, sorumlularını bulup, hesap sormamak da hep ayıp, hem de bir insanlık suçudur.
Bu tür olayları kendi amaçları doğrultusunda provoke etmek, bu eylemler içerisindeki yüreği yanan anaları farklı yöne sürüklemek isteyenler, her zaman vardı, yine olacaktır.
Güvenlik güçlerinin görevi de bunları tespit edip, engellemek, suçları olanı cezalandırmak değil midir?
Zor olanı yapmak yerine, kolayı seçmek; bütün bir topluluğu potansiyel suçlu gibi görüp saldırmak, aynı zamanda güvenlik görevlilerinin imajına yönelik de bir saldırıdır.
Şimdi Soylu’nun analara bir özür borcu vardır.
Cumhurbaşkanının da daha baştan verdiği sözü yerine getirme borcu!