Adana’da bahar havası
İki gündür Adana’da portakal kokusu almaya çalışıyorum ama nafile. Ya benim burnum koku almıyor, ya da Adana, eski portakal kokulu Adana değil.
Eskiden boz bulanık akan Seyhan nehri şimdi mavi-yeşil karışımı tertemiz akıyor. Nehir boyunca yapılan ıslah çalışmalarıyla doğal park haline gelmiş alanlarda gezinen insanlara bakıyorum. Sanki Yaşar Kemal romanlarından fırlayıp gelmiş, o ezgin, mutsuz, umutsuz insanlar.
Oysa eskiden bu alanda çocuklar top oynardı, neşe içerisinde.
Gelebicin balığı yakalamaya çalışan oltacılar olurdu, yanında şarap şişesi, tutturmuş bir uzun hava, umurunda mı dünya!
İki gün önce Bodrum’da yaşamını yitiren usta şair Ülkü Tamer’in cenazesinde bulunamadan geldim Adana’ya, Bahar havasında, dostların arasında portakal kokularıyla dinlendiririm ruhumu diye düşünmüştüm.
Ama tüm metropollerde olduğu gibi burada da o bahçeli evlerin, portakal, limon, turunç ağaçlarının yerini beton yığınları almış.
Çok katlı bu beton yığınlarında ne çocuklar çocukluklarını yaşayabiliyor, ne kadınlar eskisi gibi mahalle dedikodusu yapabiliyor, ne de paylaşımcı, çıkarsız komşuluk ilişkileri yaşanabiliyor.
“Güneş topla benim için” demiş ya Ülkü Tamer; ne toplanacak güneş kalmış, ne nefes alacak bir alan, ne de portakal kokusu.
Hafta sonu başlayacak Portakal Çiçeği Karnavalı, eski bir geleneği yaşatmak adına, siyasetten uzak, otel salonlarında protokola yönelik programlar yerine, sokakta halkın katıldığı kamu ya da yerel yönetimlerin etkisinden uzak, sivil insiyatifle oluşmuş anlamlı bir karnaval.
Her yaş grubundan, farklı sosyal çevrelerden yüzbinlerce insanın coşkuyla sokağa döküldüğü karnaval, artık yalnız Çukurova’dan değil, yurt içi ve yurt dışından katılımların da olduğu bir sivil festivale dönüştü.
Altın Koza’nın adının bile geri plana atıldığı, sinema ve otel salonlarında küçük bir azınlığın ve artık mesleğini bile yapmayan sinema sanatçılarının eğlencesi haline gelen Film Festivaliyle kıyaslandığında; uluslararası üne kavuşan Portakal Çiçeği Karnaval’ı halkta karşılığını bulmuş durumda.
Emeği geçen herkesi kutlamak gerek. Üstelik de karnaval haftası içerisinde yapılacak Gitar Festivali ve Adanalı Sanatçı Serhan Kelleözü’nün söz ve bestesi kendisine ait Akdeniz Akşamları şarkısının 7 bin kişinin katılımıyla çalınarak bir rekor denemesi yapılması karnavalı daha zengin ce anlamlı hale getirmiş. Umarım bu rekor denemesi başarıya ulaşır ve Guinness rekorlar kitabına girme hakkını elde eder.
Son zamanlarda daha çok adli vakalarla gündeme gelen Adana’da güzel şeyler de oluyor. Toprağından sanatçı fışkıran Çukurova’nın bu sıcak kentinde yerel yönetimlerin de katkılarıyla bir dolu kültürel, sanatsal etkinlikler düzenleniyor, az sayıda olsa da oluşan bir edebiyat grubunun gerçekleştirdiği anlamlı etkinliklerle Çukurova’nın tarih ve kültür birikimi gelecek kuşaklara aktarılmaya çalışılıyor.
Bu arada medyada çok fazla yer almasa da bir televizyon kanalında gündeme gelen çocuk ticareti hep rahatsız etti beni.
Adana’nın en eski sağlık kuruluşlarından biri olan Meydan Doğumevi’nde çocuklarını doğuran, büyük çoğunluğu doğudan gelen mevsimlik işçilerin eşleri olan kadınların öldü denilerek ellerinden alınan bebeklerini ticari amaçlı başka ailelere veren bir şebekenin varlığı ortada iken, sanki çok basit bir aile dramı gibi kapatılmaya çalışılması doğrusu anlaşılır gibi değil.
İncirlik Üssünde görev yapan askerlere verilen yüzlerce çocuğun mağdur ailelerinin trajik yaşamları ve değişik zamanlarda çaresizlikleri ve cahilliklerinden yararlanılarak bebekleri ellerinden alınan yoksul insanların çığlıklarını duymazdan, görmezden gelenler de aslında bu suça ortak sayılır.
Her fırsatta bu konuyu gündeme getirerek unutulmamasını, sorumluların açığa çıkarılmasını ve suçu olanların cezalandırılmasını sağlamaya çalışıyorum.
Yüreği Çukurova’nın sarı sıcakları gibi sıcak, insan sevgisiyle dolu Adana halkı bu ayıbı hak etmiyor.
Gerek Cumhuriyet Savcılığınca başlatılan soruşturmanın hızlandırılması, gerekse vicdanı körelmiş bu çocuk tacirlerinin deşifre edilerek hak ettikleri cezaları alması için tüm duyarlı yurttaşların, kadın örgütlerinin bu konuda çabalarını yoğunlaştırması gerekir diye düşünüyorum.
Her şeye, tüm olumsuzluklara karşın, bu bereketli topraklarda yaşamış olmak bile ne büyük bir şans.
Sanayi kuruluşlarının terk ettiği bu kentte tarım alanlarının imara açılarak daha da çoraklaşmasını önlemek için hala çok geç sayılmaz.
Yeter ki, bu memleketten kazananların, yine bu memlekete, bu güzel kente yatırım yapmalarını sağlayalım.
Yeter ki, Çukurova’nın bağrından çıkmış çok büyük sanatçılarımıza sahip çıkalım.
Yeter ki; geçmişte bu yöreye çok büyük hizmetler yapmış, emek vermiş kişi ve kuruluşların bizlere bıraktığı mirası ve emaneti korumasını bilelim.
Şimdiden yazı müjdeleyen, sıcak bir Adana akşamüstünden herkese sımsıcak selam ve sevgiler gönderiyorum.