Getto/ dışardakiler içerdekiler
12.cisi düzenlenen Uluslararası Çukurova Sanat Günleri’nin bu yılki teması Getto/Dışardakiler-İçerdekiler.
Geçen yıl” Sınır” temasıyla yapılan etkinliklere bizde Bodrum’da “Sınır Ötesi Yalnızlık” alt başlığıyla katkı koymaya çalışmıştık. Bu yılda 24 Mart Cumartesi günü “Düşünsel Getto” konulu bir panelle destek olmaya çalışacağız.
Getto; sözlük anlamıyla “Bir kentin herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak verilen ad” olsa da küresel dünyada, değişen tüm ilişkiler ve değerlerle birlikte getto kavramı da farklı şekiller almaya ya da bizler tarafından farklı anlamlar yüklenmeye başlandı.
Geçmişe baktığımızda Roma’da Hristiyanların, Hristiyan olmayanlarla, özellikle de Yahudilerle aynı semtte oturmalarını yasaklayan süreç içerisinde bir dönem bazı Müslüman ülkelerde de Yahudiler ve kimi azınlıkları kendilerinden ayrı yerlerde oturmaya zorlamışlardır.
Dünyanın her yerinde değişik biçimlerde uygulanan gettolaşma Hitler faşizminin Yahudilere uyguladığı soykırımla en vahşi yüzünü göstermiş oldu.
Genelde fiziki gettolaşmanın yoksul ve alt gelir gruplarıyla azınlıklar için geçerli olduğu bir dönemden artık varsıl, elit çevrelerin de kendileri gibi olmayanlarla birlikte yaşamak istememesinden kaynaklı yeni, modern gettolar dönemine geçtik.
Ancak benim bugün asıl üzerinde durmak istediğim konu ”düşünsel getto”
İçinde yaşadığımız koşullar ve aldığımız dayatmacı kültür sonunda beyinlerimizde de düşünsel gettolar oluştu. Görünmeyen duvarlardan oluşan bu gettolar, ne yazık ki yaşamımızı derinden etkilediği gibi, giderek bizleri çevremizden, toplumdan, daha doğrusu bizim gibi olmayanlardan uzaklaştırarak yalnızlaşmamıza neden oldu.
Öyle ki, kendimizi olası dış tehlike ve risklerden koruma adına oluşturduğumuz duvarlar zamanla bizi esir aldı. Yani bir anlamda kendi hapishanelerimizi kurduk.
Bu durumda kendimizi hapsettiğimiz o duvarların arasında bir başımıza, kendimizi en doğru, en güçlü, en güvenilir sanmaya başladık. Çünkü kendimizden ya da kendimiz gibi düşünenlerden başkasını tanımaz, görmez, bilmez olduk.
Daha da kötüsü, bizden olmayanı, bizim gibi düşünmeyeni, bizim gibi yaşamayanı neredeyse düşman bildik, aşağıladık, ötekileştirdik. Daha olmadı yok saydık, yok etmeye çalıştık.
Farkında olmadan önyargılarımızın esiri, düşünsel gettolarımızın yalnız, mutsuz, umutsuz sakinleri haline geldik.
Geçmiş dönemlerde egemen güçlerin zoruyla, baskısıyla gerçekleştirilen zorunlu gettolar, bugün artık ideolojik, sosyolojik tercihlerle iradi olarak oluşturulmaktadır.
Bir dönem toplumdaki kimi elit çevrelerce dışlanan muhafazakar dinci kesimler İstanbul Fatih’de, Çarşamba’ da korunma içgüdüsüyle kendi gettolarını oluşturdular.
Bir yere ait olma güdüsüyle aynı dönem Kürt yurttaşlarımız da doğu ve güneydoğudan göç ederek geldikleri Metropol kentlerde, biraz da hemşerilik bilinciyle kendi gettolarını yarattılar.
Bizi yönetenler bu ayrışmanın, kutuplaşmanın ilerde doğuracağı olası tehlikeleri gözeterek tedbir alma yerine, bu durumdan siyasi rant elde etmeye çalıştılar.
Zaman içerisinde bir ortak kent kültürü oluşturma yerine kendi kültürlerini, geleneklerini yaşadıkları yeni gettolarda sürdürmeye devam ettiler.
Bir zamanlar çalışmak üzere Avrupa’nın farklı ülkelerine dağılan Türk’lerin yaşadıkları kentlerde kendi mahallelerini, kendi gettolarını oluşturdukları gibi Adana’da Mersin’de Mardin’lilerin, Urfa’lıların, Siirt’lilerin ayrı mahalleleri kuruldu.
Onlarda kendilerine yeni duvarlar oluşturarak sözüm ona kendilerini korumaya almaya çalıştılar. Ancak bu duvarların giderek kendilerini de esir aldığını fark ettiklerinde de artık çok geç olmuştu.
Birey olarak bizler de, kendimizde doğru bildiğimiz, inandığımız değerleri tabulaştırara,k beynimizde kendi gettolarımızı oluşturup, bizim gibi olmayanlarla aramızda sınırlar koyuyoruz.
Dünyada bile sınırların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı şu günlerde bizim kendi düşüncelerimize, hayallerimize, umutlarımıza sınırlar getirmemiz, duvarlar örmemiz tam da egemen güçlerin istediği bir durum.
Bilmek ve anlamak zorundayız ki, hangi nedenle, hangi gerekçeyle olursa olsun örülen her duvar, ister tel, ister beton, isterse de duyulardan oluşsun; sonunda özgürlüğe vurulmuş birer kelepçedir.
Ayrışmanın, ötekileşmenin, kin ve nefretin olmadığı; barış içinde bir dünyada, özgür bireyler olarak yaşamak istiyorsak eğer, çevremizdeki ve beynimizdeki görünen, görünmeyen tüm duvarları yok etmek, özgürleşmek zorundayız.