FETÖ, darbecilerin de umudu oldu!
Karar aşamasına gelen 28 Şubat davasında savcının haklarında ”ağırlaştırılmış müebbet” hapis cezası talep ettiği emekli orgeneraller Çevik Bir ve Çetin Doğan da savunmalarında bu davanın bir FETÖ kumpası olduğunu iddia ettiler.
Kuşkusuz devleti içeriden ele geçirmek isteyen bu karanlık yapının amaçlarına ulaşmak için her yolu denedikleri, kimi kumpaslarla bazı kişi ve kurumları etkisiz hale getirmeye ve hatta yok etmeye çalıştığı bir gerçek.
Daha da ileri giderek, hedef şaşırtmak adına binlerce suçsuz ve ilgisiz insanın telefonlarına iradeleri dışında programlar yükleyerek bir sis perdesi oluşturmaya çalıştıkları da ortaya çıktı.
Böylesine devlet içinde örgütlü, teknolojiyi iyi kullanan, donanımlı insan potansiyeline sahip bir yapı, beklemedikleri bir anda tek başına iktidara gelen AK Partiyi belli bir dönem amaçları doğrultusunda istedikleri gibi yönetmeyi başardılar.
Bu da yetmedi, stratejik kurumları ele geçirince de devlete tek başına sahip olmak ve yönetmek istediler.
Tüm bunlar doğru da, Cumhuriyet tarihi boyunca her dönem vesayet kurumlarına bel bağlayarak, iktidarda olmadan ülkeyi yönetmeye kalkan güçler, FETÖ karşısında nasıl bir pozisyon aldılar?
Daha doğrusu, ülkede gerçekleşen her olumsuzluk, yapılan her yanlış, gelinen bu noktanın tek sorumlusu FETÖ müdür?
Örneğin, Ergenekon ve Balyoz gibi davaları sulandırarak, bugün yapıldığı gibi hedef şaşırtmak adına kimi kumpaslarla önlerinde engel gördükleri herkesi bu davalara dahil eden FETÖ cüler ise, onlara hareket alanı sağlayan, önlerini açan, yol verenler kimlerdi?
Çevik Bir, Çetin Doğan gibiler dahil; serbest bırakılanların tamamının suçsuz olduğunu topluma ne kadar inandırabilirsiniz?
Bu davalarda adı geçen üst rütbeli subayların büyük bölümünün 12 Eylülde insanlara işkence yapanlarla aynı kişiler olduğunu unutmamızı kimse bizden beklemesin!
Asıl bunları demokrasi kahramanı gibi baş tacı edenler, toplantılarına onur konuğu olarak davet edenler utansın.
Gerçek anlamda bu davalar bahane edilerek kumpasa uğrayan, mağdur edilenleri ayrı tutmak kaydıyla, darbeci zihniyetin ordu içerisinden tamamen temizlendiğine inanmak mümkün olmadığı gibi, hala onlardan medet umanların varlığı daha da tehlikeli bir durum.
Geldiğimiz noktada, TSK, Yargı ve polis teşkilatında görev yapmış olan darbeci zihniyet tamamen temizlenmese de deşifre edildi. Bir ölçüde manevra alanları daraldı, etkisiz hale getirildi.
Ama FETÖ dışında, sıkıştığı her zaman demokrasi dışı güçlerin kurtarıcılığına sarılan, kurtuluşu halk iradesinde değil de, silahlı güçlerde arayan cuntacı, darbeci sivil zihniyet olduğu gibi duruyor.
Yarın yine alanlara çıkıp, “ordu göreve” diye bağıracak o kadar çok insanın olduğu bir ülkede, mücadeleyi AK Parti-FETÖ arasına sıkıştırmak ne kadar doğru olabilir.
Öte yandan AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden muhalefet yaptığını sanan kimilerinin, bunlardan kurtulmak adına her yolun mübah olduğunu savunmalarından güç alanların aklına da demokrasi güçleri yerine nedense hep silahlı güçler geliyor.
Kitle partilerinde bu düşüncede insanların olmasını doğal karşılayabiliriz de kendilerini, demokrat, solcu, devrimci diye lanse eden kimilerinin darbeye ve darbecilere geçit veren alternatifleri savunmalarını anlamak gerçekten mümkün değil.
Diğer yandan şu an en güncel tehlike olarak gösterilen FETÖ nün siyasi partiler, iş dünyası ve sivil ayaklarının hala çözülememesi, daha doğrusu çözülmek istenmemesi de hala nasıl bir tehlike altında olduğumuzun göstergesi değil mi?
İkircimli politikalarla giderek toplumdan kopan, halk iradesini dikkate almayan iktidarların demokrasi kavşağında yapacakları en küçük bir tereddütte, yalpalamada nasıl devreye gireceklerini görmezden gelemeyiz.
Bugün ülkemiz için en büyük tehlike; darbelerden daha çok, darbeci zihniyettir.
Demokrasiyi içselleştirememiş sözde demokratlarla, yörüngesini şaşırmış sahte devrimcilere karşı gerçek demokratların, ilerici, devrimci, barıştan yana tüm yurtseverlerin bu tehlike karşısında bir demokrasi cephesinde bir araya gelmesi her zamankinden daha zorunlu ve vazgeçilmez bir görev haline gelmiştir.
Salt seçimlere yönelik siyasi manevralar, sözde koalisyonlar, çıkar işbirlikleriyle bir yere varılamayacağını artık herkesin görmesi gerekir.
Bu konuda en önemli görev, sivil topluma düşmektedir.
Kirlenen siyasetten umudunu kesmiş halkın yapacağı toplumsal muhalefet, ülkemizin geleceği, demokrasi ve özgürlük adına tek çıkış yoludur.
Demokrasiden vazgeçmeden, demokrasiyi savunmaktan başka çaremiz yok.