Sevgilimi kaybettim, hükümsüzdür…
Böyle bir başlık atınca, nasılda dikkat çekiyor değil mi? Kahvenizi alın, gelin hemen anlatayım. Merak etmeyin sevgilimi kaybetmedim… Hükmü 20 yıldır devam ediyor. Devam etmesi onunla alakalı değil, benim onu yüreğimde ona hala âşık olduğumdan dolayı, hükmü devam etmesi önemli. Nitekim şimdilik birlikte aynı aşk içindeyiz. Aşkım olduğun için şükürler olsun. Aşkta inişler, çıkışlar, tripler olmaz mı? Off var tabiî ki. Bazen tavan yapıyor, ben bile bu kadarını nasıl yaptım diye şaşıp kalırım ama gel gelelim burnumdan da kıl aldırmam. Ne çektin benden be sevdiğim. Ama lezzetidir o aşkın. Olmazsa olmazı. Hayallerde sınır tanımaz, yaşanmışlıklarda da iyi ki yaşadım dedirtir. Acı-tatlı tecrübe hazinesidir. Aşk olsun bee… Aşkın da cilvesi olsun, samimi olsun, sadık olsun, dürüst olsun. Aşk işte bu ne gelişi ne gidişi bellidir, geliyorum demez, gidiyorum demez. Kaldığı süreyi de sorgusuzca yaşamak lazım. Teferruat aşka göre değildir. Sorguya gelmez.
Aşkın o coşkusunu, hazzını, her bedende ayrı bir tat ile yaşandığını başka bir gün anlatırım. Mevzu derin. Gelelim esas konuya…
Siz, İnsanların olduğunuzu düşündüğü kişi misiniz? Yoksa ince ince hesaplanmadan düştüğünüz aşkın esiri mi? Görmeyi istedikleri haliniz ile mi yaşıyorsunuz? Çevreniz tarafından kabul görmek için susmayı mı tercih ediyorsunuz? Yalnız kalmamak için mi susuyorsunuz? Sosyal çevrenin acımasızca eleştirisi karşısında kısıtlama mı yaşıyorsunuz? Saygın bir çevrem var leke düşmesin diyip kendi kendinize bir heykel mi yaptınız? Yaptıysanız ve buna dürüstçe evet diyorsanız, bravo ama fark ettiğiniz anda geç kalmış sayılmazsınız.
Yapmayın azizim. Beter olursunuz beter. Siz kendiniz olmazsanız, ne aşkınızı istediğiniz gibi yaşarsınız ne de olduğunuz toplumun size sahip çıkmasını beklersiniz. Hiçbir şekilde gerçek dışı olan bir yaşamda mutlu olmazsınız, mutlu olmayınca mutlu da edemezsiniz. Sürekli içinizde bir şüphe, kuşku, kurgu içinde gerçek sanılan sahte bir yaşamın hapsine düşersiniz. Ve bunu kimse değil, kendi tercihlerinizden dolayı kendi hayatınızı kendinize zindan edersiniz. Değer mi?
Önce kendinizi tanıyın. İçinizdeki ben’e bakın. Gerçekten doğru bir hayatta mıyım diye sorun kendinize. Çekinmeyin, geçin aynanın karşısına sen kimsin diyin. Dürüstçe tartışın. Olmak istediğiniz mi yoksa olduğunuz gibi misiniz? Kaderin arkasına saklanmadan, hatalarınızdan ama diye başlamadan, çaresizim diyip kendi kendinize acındırmadan, mecburum diye bir şey yok, mecburiyet hayatta kalmaktır. El âlem ne der diye yaşanmaz. El âlem özgürlüğün hapishanesidir. Fırsat verirseniz güneşe hasret bırakır. İçinizdeki yaşam enerjisini sömürür.
Hayatınızın sizden başka bir yargıca ihtiyacı yok. Hayatınızda, başkalarının haklarını ihlal etmemek kaydıyla, içinizden geçenleri yapın arkadaş. Kim ne der diye yaşanmaz. Özgürüm diye de her şeyi yapma hakkınızda yok. O ince çizgiyi ayarlamak zordur ama önemlidir. En basit örnekle; aşk yaşadınız ve bitti. Sebep önemli değil birinden biri bitirdiyse hayat bitti mi. Ona âşık olmadan önce hayat yok muydu ki? Yeniden aşk olabilir. Yargıyı kendinize ve tebriği de kendinize yapmadığınız sürece saplantılı, sahiplendiğiniz kişi için yıpranan taraf, üzülen kişi, mutsuz kişi olursunuz. Sonra da ben ona neler yapmadım diye başlarsınız pandoranın kutusunu açmaya. Var olan şimdiki şartlar her zaman sizin tercihiniz değildir ama olanı güzel görmek için olduğu gibi kabullenmek gerek bazen. Silmek kolaydır. Gitmek kolaydır. Zor olan içindeki ben’i sevebilmek ve ne istediğini bilmektir.
Kendiniz için doğru seçimler yapın. Unutmayın ki, ne yaparsanız yapın her zaman kusur bulacak mutsuz insan, yani el âlemler her yerde var. Olmak istediğiniz hayat için kendi karakterinizden olmayın. İçinizdeki ben’e iyi bakın, tanıyın… Umudunuz hep olsun ama içinde öz benliğiniz olsun.
Yolu sevgiden geçen herkese selam olsun…