Siyasilerimizin cemaziyelevvelleri...
Tarkan son kasetinde bir parçada seslendirince çoğumuz duyduk bu sözü. Yıllar önce Basın İlan Kurumu'nun yayınladığı 'basın hayatı' dergisinde okumuştum.
''Ben senin cemâziyelevvelini bilirim’ deyimininin hikayesini.
Müthiş etkileyici gelmişti.
Birkez daha bilmeyenler için kısaca paylaşmak isterken, siyasilerimizin cemâziyelevvelleri için ise yazımızın sonunda değinelim.
*
Cemaziyelevvel geçmiş anlamı içerse de ''Ben senin cemâziyelevvelini bilirim’ deyimi bir kişinin geçmişiyle ilgili olumsuzluklarını anlatmak anlamını içerir.
Özellikle kişinin geçmişteki kötü hallerine bu deyimle vurgu yapılır.
Osmanlılarda arşivciliğe büyük önem verilir ve devlete ait her belge titizlikle saklanırdı.
Şimdiki gibi dosyalama düzeninin olmadığı o dönemde devlet dairelerinde bu iş için çuvallar kullanılır ve her aya ait biriken belgeler bir torbaya doldurarak korunur üzerine evrakların ait olduğu ayın adı yazılırdı.
Sene sonunda on iki tane olan evrak torbaları arşive kaldırılırdı.
Arşive kaldırılan belgelerin birbirine karışmamasının ve arandığı zaman kolay bulunabilmesinin sağlanması için torbaların üzerine iri yazı ile ait olduğu ayın adı yazılır, bundan sonra torbalar mahzene indirilip, orada sıraya konulurdu.
O tarihlerde alaturka saat ve hicri takvim kullanıldığından torbaların üzerine yazılan aylar; recep, şaban, ramazan, cemaziyelevvel, cemaziyelahir şeklinde idi.
Bir ara, cemâziyelevvel ayına ait belgelerin bir sandığa konulup, sandığın kapağı mühürlenerek belgelerin başka bir yere götürülmesi gerekmiş…
Arşivde görevli dar gelirli bir memur, istenilen belgeyi sandığa boşalttıktan sonra eski yıllara ait boş torbayı alıp evine götürmüş.
Bir süre sonra da yoksulluk nedeniyle bu torbadan kendine don gömlek, iç çamaşırı diktirmiş ve giymeye başlamış.
Torbanın üzerindeki saf bezir işi mürekkep, çamaşırın birkaç kez yıkanmasına karşın çıkmamış ve torbanın üzerindeki cemâziyelevvel yazısı, iç çamaşırın arka bölümünde olduğu gibi kalmış.
Bir gün hamama giden katip, orada daire arkadaşı ile karşılaşmış.
Arkadaşı katibin iç donunun üzerinde yazılı kalan cemaziyelevvel yazısını fark etmiş, işi anlamış ama ses çıkarmamış.
Gel zaman git zaman torba hırsızı katip mesleğinde terfi ederek müdür olmuş.
Artık kadife astarlı samur kürkler, mücevher işlemeli kaftanlar giyer olmuş.
Eski meslek arkadaşlarına tepeden bakmaya başlamış.
Hamamda rastladığı arkadaşı da onun emrinde çalışıyormuş.
Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış.
Gururu kırılan arkadaşı eski torba hırsızı müdüre dönerek; hadi canım sen de kime hava atıyorsun? Ben senin cemaziyelevvelini bilirim…
“Cemâziyelevvelini bilmek” sözü o günden sonra, herhangi bir kişinin geçmişteki bir kusurunun unutulmadığını “üstü kapalı bir biçimde” anlatmak için kullanılmaya başlanmış…
*
Gördüğünüz gibi hikaye çok etkileyici ve anlamlı.
Bu satırların yazarı hep söyler ya; sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkalarına yapma diye.
İnsan nereden geldiğini, ne şartlarla geldiğini, kimlerle yol arkadaşlığı yaptığını unutmayacağı gibi.
Bugün elde ettiği imkanları kimlere borçlu olduğunu, nerelere ve hangi insan oğlu olanlara borçlu olduğunu da unutmamalı.
Geçmişte her birimizin bazı hataları vardır muhakkak.
Zira; hatasız kul olmazmış.
İyi de benim anlamakta zorlandığım, bazı siyasilerimiz mübarekler sanki analarından ak kaşık doğdular.
Dünyaya zırt diye bugünkü makamları ile geldiler.
Onlara o makamlar babalkarı tarafından tapu edildi.
İmza altına alındı.
Tahtın da bahtın da mührün de tek sahibi benim narası ile.
Çevrelerine ateş saçtıkları gibi.
Hak yiyen onlar.
Zulüm yapan onlar.
Adam satan onlar.
Ama gelin görün ki mübarekler peybamber geldiler.
Peygamber gidecekler.
*
Oysa biz bu siyasilerin de bugün iş adamı diye geçinen sonradan görme şahsiyetlerin de; cemâziyelevvelini biliriz.
Tabi sözümüz hokkabazlara.
Düzanbazlara.
Adam satanlara.
Dalevere ile iş bitirenlere.
Geçmişte yaptıkları bir sürü pislik işin gölgesine sığınarak, günümüzde ahlaktan, namustan, dürüstlükten, demokrasiden, vatanseverlikten söz edenlere.
*
Anlayacağın, yokluk içindeyken devletin eski çuvallarını iç çamaşırı yapmaktan çekinmeyen bu cabbarlara, ceplerine para koyunca, ellerine mühür geçirince, emirlerine paralı askerler sağlayınca gözleri dönen, gaddarlaşan, insanlıktan çıkan bu canavarlara.
Verilebilecek en iyi cevap.
Geldikleri yere geri göndermek olacaktır...
Günün dörtlüğü...
Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?
Kıymetli malı olanlar bağırmaz.
Domatesçi, biberci bağırırı da kuyumcu bağırmaz.
Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz.
İnsan bağırırıken düşünmez. Düşünmeyenler de hep kavga içindedir.
Popçular, folkçular bogazlarını patlatana kadar bağırıp duruyor.
Ama Dede Efendi'yi okuyanlar bağırmıyor.
İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.
Necip Fazıl Kısakürek