İbadet ve ahlak İlişkisi: Ahlaklı birey olma çabası
Dinimizin temelinde yatan iki ana unsur, ibadet ve ahlaktır. Ancak günümüz Müslüman toplumunda bu iki kavramın arasındaki bağın giderek zayıfladığı bir gerçektir. Çoğumuz ibadetleri yerine getiriyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor, zekât veriyoruz; ama hayatın her alanında ticarette, siyasette, eğitimde ve beşeri ilişkilerde İslam’ın bize öğrettiği ahlaki değerleri ne kadar yansıtıyoruz? Dindar olduğunu iddia eden bazı kişilerin, sergiledikleri ahlaki çelişkilerle İslam’ın özünü ne kadar doğru anladıkları büyük bir soru işareti.
Kur'an’da ibadetin ahlaki gelişime nasıl katkıda bulunması gerektiğine dair pek çok vurgu var. Örneğin, Ankebut Suresi'nde "Namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar..." (Ankebut Suresi, 45) buyruluyor. Yani, namazın sadece bir ibadet olmadığı, aynı zamanda bizi kötülüklerden koruyan bir yapısı olduğu açıkça belirtiliyor. Ancak bugün, namazını kıldığı halde insanlara karşı saygısız, ticaretinde dürüstlükten uzak veya siyasette çıkar peşinde olan kişilerin varlığı, ibadetlerin amacının ne kadar yanlış anlaşıldığını gösteriyor.
Peygamber Efendimiz, "Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" diyerek (Muvatta, Husnu'l-Hulk, 8), ahlakın dinin özü olduğunu bize hatırlatıyor. Bugün oruç tutup, zekât verip, namaz kıldığı halde komşusuna eziyet eden, iş arkadaşını kandıran ya da topluma zarar veren bireylerle karşılaşmak, dini yalnızca ritüellerle sınırlayan bir anlayışın hâkim olduğunu gösteriyor. Din, sadece ibadetlerin yerini bulması değil; aynı zamanda ahlaki değerlerin özümsenmesi demektir.
Bir de oruca bakalım: Oruç, bize sadece aç kalmayı değil, nefsimizi terbiye etmeyi öğretir. "Kim yalan söylemeyi bırakmazsa, Allah’ın onun yemeden içmeden uzak durmasına ihtiyacı yoktur" buyuruyor Peygamber Efendimiz (Buhari, Savm, 8). Oruçluyken kötü söz söyleyen, haksızlık eden ya da bir başka insanın hakkını gözetmeyen bir kişinin orucunun amacına ulaştığını söylemek mümkün müdür?
Zekât ise paylaşma ve dayanışma üzerine kurulu bir ibadet. Malımızı, mülkümüzü bir başkasıyla paylaşırken, nefsimizi bencillikten uzaklaştırırız. Ancak bugün, mal varlığıyla övünen, ihtiyacı olana yardım elini uzatmayan, kazancını biriktirirken başkalarını görmezden gelen insanlar görmek üzücü. Zekâtın sadece fakirliğe çözüm bulmak için değil, aynı zamanda zenginliğin bir sınav olduğunu anlamak gerekir. Bu yüzden, zekâtın amacını kavramadan yerine getirilen bir ibadet, ne topluma ne de bireye fayda sağlar.
Eğer bir ibadet, insanın ahlakını güzelleştirmiyor, bireyi daha adil, merhametli ve dürüst kılmıyorsa, o ibadetin amacını sorgulamak gerekir. Ne yazık ki, günümüz toplumunda ibadetler yapılırken ahlak göz ardı edilmekte, hatta kimi zaman çelişkili davranışlarla bu değerler büsbütün ihmal edilmektedir. Din, yalnızca ibadetleri yerine getirmek değil, aynı zamanda hayatın her alanında bu ibadetlerin getirdiği erdemleri yansıtmaktır.
Dindar olduğunu iddia edenlerin, ahlaki değerleri ne kadar yansıttığı bir sınavdır aslında. İbadet, Allah ile aramızda olan özel bir bağdır; ancak bu bağın yeryüzünde nasıl bir davranışa dönüştüğünü görmek, ahlakın ta kendisidir. İbadetin bizden beklediği tek şey, şekli bir uygulama değil; içsel bir arınma, nefsimizi dizginleme ve daha ahlaklı bir insan olma çabasıdır.
İbadet ile ahlak arasındaki bu bağı yeniden kurmak zorundayız. Kur’an ve sünnet ışığında, ibadetlerimizin amacını doğru anlamalı, hayatımıza yansıtarak topluma faydalı bireyler olmalıyız. İbadetin en güzel meyvesi, insanın ahlaki erdemlerle donanmış olmasıdır. Dinimizin bize verdiği bu emaneti, her alanda doğru bir şekilde taşımak, hem inancımıza hem de kendimize olan borcumuzdur.