Türk Sağının Darbe “Mağduriyeti”
Son günlerin gündem maddesi yine bir bildiri. Bu iktidarın bildirilerden çektiğini Orhan Veli'nin Süleyman Efendi'si nasırlarından çekmemiştir. İktidar ve çevresi, ister siviller tarafından yayınlansın isterse muvazzaf veya emekli askerler tarafından, tüm bildirileri aynı kategori içerisine koyup hükümeti devirme girişimi olarak yorumlamaktadır. Nitekim emekli amiraller bildirisi de bir darbe çağrısı olarak yorumlandı. Ekranlarda ve gazetelerde darbe planları ve arkasındaki güçler tartışılmaya(!) başlandı. Birkaç gün içerisinde bildirinin arkasındaki güç bulunmuştu: Kılıçdaroğlu...! Buraya ünlem yerine gülen yüz emojisi koymak istiyorum ama köşe yazarlığı ciddiyetine yakışmaz diye vazgeçiyorum.
Başlıkta mağduriyet kelimesini tırnak içerisine almamdan da anlaşılacağı üzere, Türkiye'de yapılan veya girişilen darbelerin ve yayınlanan muhtıraların hiçbirinin Türk sağına karşı olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine, tamamının Türk sağı için “Allah'ın büyük bir lütfu” olduğuna inanıyorum ve sanırım bu konuda yalnız da değilim. Türkiye'de darbe ve muhtıralarla sol hareketler, demokratik sivil toplum kuruluşları, insan hakları savunucuları, düşünce özgürlüğü, emekçilerin hak ve kazanımları; kısacası topyekün olarak güçlenen muhalefet cephesi hedef alınmıştır. Neden böyle düşündüğümün dayanaklarını darbeyi yapanların kimliklerine ve darbe veya muhtıra sonucunda ortaya çıkan ve güçlenen iktidarlara baktığımızda görebilmekteyiz. Sırasıyla darbe ve muhtıralara bakalım:
İlk darbe 1960 yılında gerçekleştirilen 27 Mayıs'tı. Menderes ve bazı arkadaşlarının idam edilmiş olması nedeniyle Türk sağının en çok lanetlediği darbedir. İdam edilenlerin kimliği üzerinden yaklaşıldığında darbe, Türk sağına karşı yapılmış gibi görünmektedir. Kimileri, sola özgürlük ortamı sunulduğu iddiasıyla bu söylemi desteklemeye çalışmaktadır. Peki, darbenin kurbanı olan Menderes ve kapatılan partisi DP (Demokrat Parti) yerine sol bir lider veya parti mi iktidara gelmiştir? Öyle ya iddialar doğruysa sonuç böyle olmalıdır.
Darbeden hemen sonra, 1961 yılındaki seçimlere kadar ülke, Türkiye'nin komünizme karşı koruyuculuk görevini yürüten Cemal Gürsel'in başında olduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi tarafından yönetildi. Cemal Gürsel resmi olarak ve yeminli bir sol düşmanıydı. 1950 yılında CIA sponsorluğunda kurulan Komünizmle Mücadele Derneği'nin (KMD) üyelerinden biriydi. Derneğin Cemal Gürsel dışında diğer bazı tanıdık üyeleri de şunlardı: Adnan Menderes, Fethullah Gülen, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Recai Kutan. Ne ilginç değil mi? Darbecilerin idam ettiği dernek üyesi Adnan Menderes'in yerine derneğin diğer üyesi Cemal Gürsel ülkenin başına getiriliyor. Ardından, 1961'de kurulan ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ragıp Gümüşpala liderliğindeki AP (Adalet Partisi) aldığı %34,80 oyla CHP'nin koalisyon ortağı oluyor. 1963 yerel seçimlerinde %52 oy alan AP; 1964 yılında dernek (KMD) üyesi Süleyman Demirel'in genel başkan seçilmesinin ardından, 1965 genel seçimlerinde oy oranlarını %52,9'a yükselterek tek başına iktidar oluyor. Milli Birlik Komitesi'nin başında olan ve daha sonra cumhurbaşkanı seçilen KMD'li Cemal Gürsel'in, KMD'li Süleyman Demirel'i AP genel başkanı yaptırtmak için bizzat çabaladığına dair iddialar vardır. Tam bir dernek içi dayanışma örneği. Bu arada 27 Mayıs darbe bildirisini, 104 emekli amiral aleyhine en sert açıklamayı yapan Bahçeli'nin başındaki partinin kurucu lideri ve Türk sağının başbuğu Alparslan Türkeş okumuştu.
12 Mart 1971 Muhtırası'nda iktidarda KMD üyesi Süleyman Demirel ve partisi AP vardı. Yani eylem yine KMD'li Menderes geleneğinden gelen sağcı bir iktidara karşı yapılmış gibiydi. Ancak sonuç tam bir sol kırımı oldu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idamları bu muhtıranın en akılda kalan sonucuydu.
12 Eylül 1980 darbesinde ülkeyi yine KMD'li Süleyman Demirel yönetmekteydi. Darbeciler sağcı Süleyman Demirel'i görevden aldılar. Ardından diğer bir KMD'li sağcıyı, yani Turgut Özal'ı parlatmaya başladılar. Nitekim darbe sonrası yapılan ilk genel seçimlerde KMD'li Özal'ın partisi ANAP (Anavatan Partisi) tek başına iktidara geldi. 12 Eylül aynı zamanda Türk-İslam sentezinin hakim paradigma yapıldığı bir darbeydi. Bu paradigma üzerinden ülkenin kurumları yeniden dizayn edildi. KMD'nin Erzurum şubesini kuran Fethullah Gülen'in, şimdi Fetöcüler olarak lanetlenen ama yakın zamana kadar “hizmet hareketi” olarak kutsanan “cemaat”i eğitimden güvenliğe kadar tüm kurumlara “sızdırıldı”.
28 Şubat 1997 Muhtırası ya da dönemin moda kavramıyla adlandırılan postmodern darbe sırasında iktidarda Necmettin Erbakan'ın Refah Partisi ile Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı olunca Tansu Çiller’e bıraktığı Doğru Yol Partisi'nin koalisyon hükümeti vardı. Muhtıra sonrası Erbakan istifa ettirildi. Dağılan hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından ANAP lideri Mesut Yılmaz'a verildi. 30 Haziran'da Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk ortaklığıyla ANASOL-D Hükümeti kuruldu. 2001'e gelindiğinde ise Erbakan ile yollarını ayıran Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve diğer bazı siyasetçiler AKP'yi kurdular. 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimlerde %34,28 oy oranıyla tek başına iktidara gelen AKP hala ülkeyi, şimdi tek başına olmasa da, yönetmeye devam ediyor.
27 Nisan 2007 E-muhtırası, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi sürecinde yayınlandı. Yaşar Büyükanıt tarafından yazıldığı söylenen bildiriyle Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığı laiklik vurgusuyla “engellenmeye” çalışıldı. Sonuçta Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu ve 22 Temmuz 2007'de yapılan erken genel seçimlerde AKP oyunu %34,28'den, %46'58'e yükseltti.
15 Temmuz darbe girişimi, okyanus ötesinden hasretle selamlaşırlarken birdenbire düşman olan Erdoğan ve Gülen çekişmesinin sonucu gerçekleştirildi. Darbe girişimi sonrasında parlamenter sistemden, Emre Kongar'ın “şahsım devleti rejimi” olarak adlandırdığı başkanlık sistemine geçildi. 12 Eylül darbesinin paradigması olan Türk-İslam sentezi, İslamcı AKP ve Türkçü MHP ittifakıyla yaşatılmaya devam ediliyor.
Son olarak 104 emekli amiral bildirisi, daha öncekiler gibi yine sağcı bir iktidar döneminde yayınlandı. Anketlerde AKP oyları %30'lara ve MHP baraj altına düşmüş görünüyorken yeni bir mağduriyet muhtırası imdada yetişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz darbe girişimi için şunları söylemişti: "Hangi yola başvururlarsa vursunlar, biz bu kutlu davaya başımızı koymuşuz. Buraya canımızla kefenimizle gelmişiz. Eninde sonunda şu anda bu hareket, Allah’ın bize büyük bir lütfudur. Çünkü bu silahlı kuvvetlerimizin temizlenmesine sebep olacak...” Şimdi emekli amiraller bildirisinin sağladığı lütufla acaba nerelerde temizlik yapılacak? Gerçi bunu evvelki örneklere bakarak öngörmek zor olmayacaktır.
Sağcı hükümetlere karşı askerlerin yaptığı her darbede asıl darbelenen daima ülkenin sol hareketi olmuştur. Dünyada sağın sağa, diğer bir deyişle aynı derneğin üyelerinin birbirlerine darbe yaptığı kaç ülke var acaba? Gerçek darbeyi ülkenin solu yiyor ama mağdur olan hep ülkenin sağı. Sonuç olarak mağduriyeti hiç bitmeyen ama sürekli güçlenen bir sağ iktidar. Tam bir kazan kazan örneği. Demek ki neymiş? Dernekleşmek faydalı bir şeymiş...