Sivil toplum kuruluşları zenginleşme ve makam sahibi olma yerleri değildir!
Sivil toplum kuruluşları (STK’lar), toplumların sosyal ve ekonomik kalkınmasında, dayanışma kültürünün yayılmasında büyük rol oynayan yapılardır. Ancak ne yazık ki, bu kuruluşların asli amacından saptığını gözlemliyoruz. STK’ların misyonu topluma hizmet etmek iken, bazı kişiler için bireysel çıkarların ön plana çıktığı bir platforma dönüşmüş durumda. Oysa STK’lar zenginleşme ve makam sahibi olma yerleri değildir; toplumun yararına çalışan, vicdan ve emek odaklı örgütler olmalıdır.
Ne var ki, eğitimli, nitelikli ve birikimli kişilerin STK'larda görev almak istemediği veya engellendiği bir gerçek. Bu durumun altında yatan sebepler ise düşündürücü. Nitelikli bireyler, STK'lara katılmakta ya gönülsüzler ya da bu yapılar, onları sistemli şekilde dışlıyor. Bu dışlanmanın temel nedeni ise, birçok STK’nın kişisel siyasi veya ekonomik çıkarlara hizmet eden bir yapıya dönüşmesi. Topluma fayda sağlayabilecek bilgi ve donanım sahibi bireyler, bu tür çıkar ilişkilerinden rahatsız oldukları için uzak durmayı tercih ediyorlar.
STK’lar toplumun sosyal, dayanışma ve yardımlaşma mekanizmalarını harekete geçirmek için vardır. Tıpkı bir vücudun kanserle mücadele ederken tüm savunma mekanizmalarını seferber etmesi gibi, STK’ların da toplumsal sorunlara çözüm üretmesi gerekir. Ancak günümüzde geldiğimiz noktada, STK'lar toplumsal sorunlarla mücadele etmek yerine, adeta o sorunların yayılmasına aracılık eder hale gelmiştir. Kişisel çıkarlar uğruna hareket eden, etik ve liyakatten yoksun yapılar, toplumun en kritik sorunlarına derman olmak bir yana, onları daha da derinleştirmektedir.
Toplumun ihtiyaç duyduğu ahlaklı, dürüst ve erdemli bireylerin STK’lar aracılığıyla toplum sahnesine çıkarılması gerekirken, kişisel gelişimini tamamlayamamış, niteliksiz ve eğitimsiz kişiler kritik pozisyonlara getirilmektedir. Bu durum, toplumun kanayan yaralarına merhem olabilecek bireylerin yerini, kendisine dahi faydası olmayan kişilerin almasına yol açıyor. Yetersiz donanım ve bilgiyle hareket eden bu kişiler, topluma fayda sağlayabilecek potansiyele sahip olsalar dahi, gerekli liyakatten yoksun oldukları için sadece zarar veriyorlar.
Oysa ki, eğitimli, donanımlı ve liyakatli bireylerin artık elini taşın altına koyma zamanı geldi de geçiyor. Bu kişilerin STK'larda görev alması, toplumun daha sağlıklı ve güçlü bir yapıya kavuşması için hayati önem taşımaktadır. Sivil toplum yapılarının, gerçek anlamda toplumsal fayda sağlamak isteyen bireylerin katkısıyla güçlenmesi gerekmektedir. Bunun yolu da, liyakat ve dürüstlüğün ön planda olduğu bir yönetim anlayışından geçmektedir.
Sonuç olarak, STK'lar toplumun direnci ve gücüdür. Ancak bu yapıların bireysel çıkarlara alet edilmesi, topluma büyük zarar vermektedir. Artık doğru, ahlaklı ve eğitimli kişilerin bu kuruluşlarda görev alması, toplumun ihtiyaç duyduğu çözümleri üretebilmesi için şarttır. Sivil toplumun özüne dönerek, gerçek anlamda dayanışma ve yardımlaşmayı sağlayacak yapılar haline gelmesi hepimizin ortak sorumluluğudur.