Gerçek efendiler
Ülke olarak enflasyonun tavan yaptığı günleri yaşıyoruz. Hiç kimse hayatından memnun değil. Nasıl olsun ki? Hayat standardı olarak her geçen sene, freni patlayan kamyon gibi rampa aşağı gidiyoruz. Yakın bir zamanda düzelecek gibi de değiliz. Çalışan, emeğinin karşılığını alamamaktan, üreten de yüksek maliyetten şikayetçi. Emekliyi söylemeye hiç gerek yok zaten. O, çoktan pişman olmuş verdiği oylara. Hele de topraktan üretenler daha da perişan. Ellerimiz kırılsaydı, diyorlar. Hatta, bir daha verirsem, deyip kendine küfürler savuranlar da var.
Bütün yıl boyu emek vererek ekip biçtiği ürününü gerçek değerine satamayınca toprağa küsüyor üretici. Bazı ülkeler, ekilecek bir metrekare toprak bırakmamak için her türlü önlemi alırken bizim çiftçimiz, ekip dikmemeye başladı. Oysa üretim olmadığı sürece tüketim de olmaz. Bunun sonucunda ülke olarak dışa bağımlılık sarmalında çırpınır dururuz.
Şehirleşmeyle beraber boşalan köylerdeki iş gücü kaybı, işleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Şehirlerde yetişen gençler ise toprak işlerinden hiç anlamıyorlar, anlamak gibi bir niyetleri de yok zaten. Süreç ve şartlar böyle devam ettiğinde topraklarımızı ekip biçmeye insan bulamayacağız köylerimizde.
On bir ay gurbet ellerde çalışanlar, bir aylık izinlerini tatil beldelerinde geçirmek yerine köylerine, atadan kalma tarımsal ürünlerini hasat etmeye gitmek zorunda kalıp da bunun karşılığını alamayınca sonraki yıl gitmemenin yollarını aramaya başlıyorlar.
Bu seneki fındık üreticisinin durumu tam da böyle. Taban fiyatın belirlenmesinde üretim maliyeti değil de rekolte referans alınınca üreticinin haklı isyanı başlıyor. Rekoltenin yüksek gösterilmesi taban fiyatın düşürülmesi anlamına geliyor. Bir nevi memur maaş zamları için TÜİK’in düşük enflasyon açıklaması gibi. Bu da fındıkta tekel konumuna gelen uluslararası şirketlerin işine yarıyor. Üreticinin fındığını alacağı söylenen TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi), üreticiye olmadık zorluklar çıkarınca çaresizce uluslararası şirketlerin insafına kalıyor çiftçiler. Oysa fındık konusunda uzman olan FİSKOBİRLİK desteklense üreticiler de desteklenmiş olacak, haliyle üretim de artacak. Geçmişte Fiskobirlik’te kurumsal olarak birtakım yanlışlar yapıldığını iddia edenler, çözümü Fiskobirlik’i yok etmekte değil çıkaracakları kanun ve yönetmenliklerle güçlendirmekte aramalıydılar. Bu bir politik tercihti, hükümet de tercihini özel sermayeyi kollamaktan yana kullandı. Ezilenden değil ezenden yana tavır almayı seçti. Emeğin ve alın terinin anlamını göz ardı etti.
Bu seneki fındık rekolte tahminleri dibe vurunca tüm üreticiler, büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Artan gübre fiyatları, patoz, nakliye ücretleri ve yevmiyeler karşısında mahsullerini kendileri toplamak zorunda kaldılar. Sonuçta yevmiyelerini dahi çıkaramadılar. Mevsimlik işçiler ve evlilik hayalleri kuran gençler önümüzdeki seneyi beklemeye başladılar. Umarım yine hayal kırıklığı yaşamazlar.
Bu mesele sadece fındık üreticisinin meselesi değil. Tarım yaparak geçinen herkesin meselesi. Topraktan üreterek insanca yaşayanlar yaratamadığımız sürece şehirlerdeki mavi ve beyaz yakalılar da huzurlu olamazlar. Mutluluk zincirinin ana halkasını kopardığınızda yoksulluğun kapısını aralamış olursunuz. Kısacası yoksulluk temelinin üstüne zenginlik binası kuramazsınız. Ne diyordu Şeyh Edebali: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Biz de diyoruz ki: Üreteni yaşat ki toplum aç kalmasın.
Enflasyonu düşürmenin en öncelikli yolunun üretimi artırmaktan geçtiğini bilmek için ekonomist olmaya gerek yok. Bunun için de devlet üreteni teşvik etmek ve gerekirse desteklemek zorundadır. Özellikle de çiftçiyi…
Tarımda kullanılan gübre, ilaç, mazot ve elektrik gibi girdilerdeki vergi ve KDV’yi indirmeli. Zenginlerin yatlarına ucuz mazot verirken üreticinin traktörünü de düşünmeli.
Üretenler de kuracakları birlikler sayesinde mahsullerine sahip çıkmalılar. Bölgenin milletvekilleri, siyasi kavgaları bırakıp yörenin en temel meselesinde birlik olmalılar. Aracılar değil, yağmur çamur demeden, gecesini gündüzüne katarak çalışan üreticiler kazanmalı. Kazanmalı ki üretimlerine devam edebilsinler.
Savaşan ülkelerdeki buğdaya da muhtaç hale geldiğimiz şu günlerde tarımsal üretimin önemini daha fazla anlatmaya gerek yok sanıyorum.
Takım elbise, kravatla masa başında çalışan ve kendilerine “efendi” dediklerimize değil, Mustafa Kemal’in, ülkenin gerçek efendileri olarak gördüğü köylülere sahip çıkmanın zamanı gelmedi mi?