Değişim mi?
Her seçimin ardından dillendirilen genel konu, kaybedenin değişmesi üzerinedir. Değişim reçetesiyle başarısızlığın başarıya dönüşeceği genel kanı halini alır. Kaybedenlerin gidip yeni birilerinin gelmesiyle başarıya ulaşılacağına kesin gözüyle bakılması ülkemizin seçmen mantığına tam olarak uymayan bir yaklaşımdır. Muhalefetin değişim ihtiyacı olduğunun özellikle kazananların dillendirmesinin hiç de anlaşılır bir yanı yoktur. Muhalefetteki değişim gerçekleşirse sanki o da oy verecekmişçesine dillendirir bunu. Oysa asıl sorun birilerinin değişmesi değil siyasi partilerdeki işleyiştedir. Mahalle yapılanmasından genel merkeze kadar uzanan çarkların nasıl döndüğü bütün bu sürecin ana unsurudur. Demokrasilerin özüne aykırı yöntemlerle oluşmuş bir piramit var siyasi partilerde.
Gerek milletvekilliği gerekse de yerel yönetimlerdeki adayların belirlenmesinde uygulanan yöntemleri değiştirmediğiniz sürece böylesi yenilgiler hep olacaktır. Özellikle de demokratik kültüre sahip olduklarını söyleyen siyasi partiler, adayları demokratik olmayan yöntemlerle belirlerse seçmen sandıkta buna tepki gösterir. Bazen sandığa gitmez, bazen de geçersiz oy kullanır. Sürece dahil edilmemenin bedelini gönlündeki partiye bir şekilde ödetir. Kendinin oy deposu gibi görülmesinden rahatsızdır seçmenler. Yani asıl değişime Siyasi Partiler Kanunu’ndan başlamak gerekir. Bu kanuna göre hazırlanan parti tüzüklerine aday belirleme koşulu olarak sadece ön seçimi koyarsanız demokrasi yolculuğunuzun yüzde ellisini yürümüş olursunuz. Aday yoklaması ve merkez yoklaması yöntemi anti demokratik bir yöntem olup hak, hukuk, adalet diye yola çıkan siyasi partilere yakışmaz. Ön secim koşulu lider sultasına da son verir. İnsanlar aday olmak için genel merkezlerin değil seçmenlerinin kapısını aşındırır. Kime oy verdiğini bilmeyen milyonlar var bu ülkede. Hayatı boyunca uğramadığı şehirlerden aday gösterilen milletvekili adaylarını hep görüyoruz.
Seçmen, desteklediği partide “eskimiş yüzler” görmek istemiyor artık. Milletvekilliğini mesleğe dönüştürmüş olanlardan kurtulmak için ölmelerini mi bekleyelim!.. Bunu da bir kurala bağlamak gerekir. Örneğin iki dönem kuralı tüzüğe konularak esnemeye de müsaade edilmemeli. Siyasi partilerin il ve ilçe yönetimlerine kayyum atamaları asla yapılmamalı. İl ve ilçelerdeki partili üyelerin tercihine saygı duyulmalı. Genel başkanlar da dahil tüm yöneticiler, üyelerin tamamının oylarıyla belirlenmeli. Genel başkanlık için tüm illere sandıklar konulup yargının kontrolünde seçimler yapılmalı. Kısacası “delegelik” de kalkmalı. Bunları yapabilen partiler, halkın nazarında daha çok kabul görür kanısındayım. Kendilerini kararların bir parçası olarak gören vatandaşlar, partisini kolayca sahiplenir, başarısı için de var gücüyle çalışır. Partili üyeleri görmezden gelerek il, ilçe yöneticilerini, milletvekili adaylarını merkezden atarsanız demokrasiye inanma konusunda sadece kendinizi kandırırsınız. Şunu unutmayın ki demokratım diyen seçmen kimseye biat etmez. Özgür iradesini ipoteğe vermez. Emirle, işaretle oy kullanmaz.
Partilerin işleyişinde böylesi bir değişim yapılmadığı sürece genel başkanlığa kimin geleceğinin, kimlerin merkez karar ve yönetim kurulunda olacağının hiç de önemi yok kanısındayım. Peki siyasi partilerin mevcut yönetimleri böylesi bir değişimi isterler mi? diye sorsak sanırım hayır cevabını alırız. Onların çoğu, kendilerinden başkalarının partileri yönetemeyeceklerine kendilerini inandırmışlar bir kere! Koltuklarını bırakmayı bilmiyorlar. Arka sıralara geçip öndekilere destek olmayı kendileri için “hiç olmak” gibi görüyorlar.
Kişileri değiştirip aynı yöntemleri kullanarak başarıya ulaşmayı beklemek doğru değildir. Bunun için yukarıda değindiğim tarzda bir yapılanma sağlanabilirse değişim gerçekleşmiş olur. Yoksa havanda su dövmeye devam eder dururuz.