Doğa ve devlet
Devlet, toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel bir varlıktır. Yani sınırları belirli bir coğrafyada yaşayan insanların bir arada yaşama iradelerinin adıdır. Bunu yaparken de herkesin uyması gereken kurallar manzumesini yine kendileri yaparlar ve buna da uyarlar. Koyulan kuralların uygulanmasında kimseye makam ve mevkisine göre ayrıcalık uygulanmaz. Bunu sağlayan kurum da adalet mekanizmasıdır.
Devlet dediğimiz kurumun bütün amacı, onu meydana getiren insanların güven ve huzur içinde bir arada yaşamlarını sürdürmelerini sağlamaktır. Bunun için gerekli tedbirleri alır. Bunun tersi bir durumun ortaya çıkmaması için gerekli yaptırımları da uygulamaya sokar. Kısacası: Halksız devlet olamayacağına göre, devletin halk için olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Son günlerde yaşadığımız deprem ve sel felaketlerinde gördük ki devlet olarak halkımızın sağlığı için gerekli tedbirleri alamamışız. Daha güvenli binaları inşa edememişiz. Sellere karşı önlemlerimiz yeterli değilmiş. Şeyh Edebali, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve damadı olan Osman Gazi'ye ne demişti: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." Devlet olarak insanı yaşatmak zorundayız. Bunun için gelişen bilim ve teknolojinin ışığı altında her türlü tedbiri almak devletin görevidir. Başta da dediğim gibi, daha yaşanabilir bir ülke için koyulan kurallara herkes uymak zorundadır. Konumuz deprem ve sel olduğu için söylüyorum; Binaların nasıl yapılması gerektiğinden alt geçitlerin nasıl yapılacağına kadar her şey kanun ve yönetmeliklere bağlanmışken bu kadar kuralsızlığa neden göz yumuldu? Yirmi üç farklı imza ile yapılabilen bir bina nasıl olur da en küçük sarsıntıda yerle bir oldu? Bilim insanlarının uyarıları neden dikkate alınmadı? İnsanların ev yerine mezar yapmalarına kim veya kimler müsaade etti? Dere yataklarına binalara kimler izin verdi? Alt geçitlerin göle, cadde ve sokakların denize dönmemesi için yapılması gerekenler, alınması gereken önlemler neden alınmadı? Bu ve benzeri soruları çoğaltmak çok kolay hale geldi ülkemizde.
Doğa bizi defalarca uyardı. Dereli’de, Ayamama deresinde… Anlayacağınız, bize diyor ki; Bilime değil yağma ve rant düzenine göre beni tahrip ederek benden aldıklarınızı bir gün sizden geri alırım. Durum bu olunca iş devleti yönetenlere düşüyor. Yetki ve sorumluluğu elinde bulunduran kamu görevlileri, yaşam alanlarının, bilimin ışığı altında, doğanın düzenini bozmadan oluşturulmasını sağlamalılar. Kaçak ve kuralsız yerleşime ve yapılaşmaya amasız, fakatsız engel olmalıdırlar.
Her felaket sonrası kulaklarımıza “kader” nutukları, başımıza da çay atılmasından usandık. Şuna bakar mısınız; Şanlıurfa’da yaşanan sel felaketi üzerine, Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi’nin söyledikleri unutulacak cinsten değil! Dedi ki Sayın Bakan Bey: “Kuraklık riski de vardı. Bir taraftan 15 canımızı aldı ama diğer taraftan toprak suya kavuştu.” Sayın Bakana şunu da hatırlatalım: Sel suları toprağa hiçbir şey kazandırmaz, aksine toprağı alır götürür. Bu söze denecek tek şey var; Buna da pes artık… İnsan olmayınca toprak suya doysa ne olur sayın bakan! Ne zaman insanı hayatın merkezine koyacaksınız? Suya doyan toprak canlara doymadı mı?
Her işte rantı düşünen bir akılla bu ülkeyi yönettiğiniz sürece toprak cana doymaz. Oysa doğa bize beraber, bir orman gibi kardeşçe yaşam sunuyor. Onun sesine kulak verelim artık…