"Hayır" satmak
Ülkelerin toplumsal yaşamında öylesine kurumlar vardır ki herkes tarafından takdir edilir. Hele de bu kurumun tek amacı insanlığa hizmet olunca ona hem ihtiyaç hem de güven duyulur. İşte ülke olarak böylesine inandığımız güçlü bir kurumumuz vardı… Bugünkü geldiğimiz noktada sadece vardı, diyebiliyorum. Bunu söylerken de hem üzgün hem de öfkeliyim.
Kızılay’ın resmi internet sitesine baktığımızda 11 Haziran 1868 tarihinde savaş alanlarında yaralanan ya da hastalanan askerlere hiçbir ayrım gözetmeksizin yardım etmek gayesiyle “Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti” adıyla kurulmuş olduğunu görürüz. Sonraki yıllarda 1877’de Hilali Ahmer Cemiyeti, 1923’te Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti, 1935’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından adı “Türkiye Kızılay Cemiyeti” olarak değiştirilmiş, 1947’de de “Türkiye Kızılay Derneği” ne dönüşmüştür. Görüldüğü gibi bir buçuk asrı geçen bir tarihe sahip Kızılay. Tamamen gönüllülük esasına göre çalışan, her türlü felakette vatandaşına yardıma koşan, uluslararası alanda da itibar sahibi bir kurumun adeta bir ticarethaneye dönüştürülmüş olması tüm ülke olarak beni de derinden yaraladı.
Yaşadığımız deprem felaketinin ardından bölgede ilk görmeyi umduğumuz Kızılay’ı ortalarda göremedik. İki üç gün sonra ortaya çıkan Kızılay, meğer dükkanını açmış, çadır müşterisi bekliyormuş. Hem de en yağlı müşterileri de AFAD ve AHBAP’mış. Çadırın yanında dumanı dahi tütmeyecek hale gelmiş, göçük altından çıkmış aç insanlara dağıtacakları gıda maddelerini de sattıklarını öğrenince pes artık demeden edemiyor insan.
Biz toplum olarak özellikle felaket anında fırsatçılık yapanlara nefretle bakarız. Bu duygu, bizim kültürümüzde haklı bir kabul görür. Bu saatten sonra hangimiz gönül rahatlığı ve güven duygusuyla Kızılay’a yardım ederiz? diye düşünmeden edemiyorum. Okullarımızda öğrencilerimize zarflar dağıtıp fitre ve zekatlarınızı Kızılay’a verin, derken vicdanımız rahat olacak mı? Hele de gündemi sosyal medyadan takip eden lise düzeyindeki gençlerimiz: Hocam, bizim hayırlarımızı satmış bunlar, derlerse ne cevap vereceğiz? Bizim kuşak çok iyi bilir ki öğrencilik yıllarında Kızılay Kolu başkanı olup beyazın üstündeki kırmızı hilali koluna takmak büyük bir gurur kaynağıydı. İçi insanlığa yardım aşkıyla dolu bu gençlere biz bunu nasıl anlatırız artık? Sokaktaki terk edilmiş hayvanları beslemek için evinden yemek taşıyan çocuklarımız bize sormazlar mı bunun hesabını? Kızılay başkanı: “Biz satmadık, iştiraklerimiz satmış.” diyor. Bu nasıl bir pişkinliktir anlamak mümkün değil.
Tüm insanlık için böylesine önemli olan bir kurum ne oldu da bu hale geldi? Bana göre siyaset onun da içini boşalttı. Yardım kuruluşları adeta birilerinin arpalığına dönüştü. Kızılay’a bağlı şirketlere parti yöneticilerinin çocukları, akrabaları üst düzey yöneticiler olarak atanmış. Atanan kişilerde liyakat aranmamış, sadece sadakate önem verilmiş. Bu da yaşanan olumsuzlukların ana nedenlerinden biridir. Lüks araçlar, ballı “huzur hakkı” adı altında alınan ücretler. Kızılay’ın 12 şirketi var. Başkan maaş değil her şirketten 3 asgari ücret tutarında huzur hakkı alıyormuş. Al sana 306.000 Tl. Milletten hayır için bağış topla ve sefanı sür… Ne ala değil mi?.. Bunun hangi kitapta yeri var, diye sormadan edemiyorum. Bizim kitabımızda olmadığından da eminim…
Toplumun çoğu tarafından bilinmeyen bu gerçekler ortaya dökülünce taraflı tarafsız herkesin ses yükseltmiş olması içimizdeki temiz duyguları yitirmediğimizi göstermiştir.
Bu yaşadıklarımızdan sonra eski Kızılay ya eriyip tükenecek ya da fabrika ayarlarına geri dönmek zorunda kalacaktır. Adını Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu Kızılay’ın, yardım çığlıklarına koşan ve toplumun tamamına güven veren bir kurum haline dönerek toplumsal desteği kazanması en büyük temennimizdir. Bu, rantçı, hayır satan kafalarla değil gönlü sevgi dolu yüreklerle olur…