Maraş'tan bir haber geldi!
Ve Maraş’tan bir haber geldi! O nasıl bir haberdi? Her yer mahşer yeri ağıtlar, figanlar, yer gök inliyor. Ajanslar haber geçiyor, “asrın felaketi” yazıyor gazeteler. Televizyonlar alt yazılarda şu kadar ölü bu kadar yaralı.
Dumanı tüten evlere ateş düştü kor düştü. Söndü birer birer ocaklar. Kimi annesini kaybetti kimi babasını. Kimi yarenini kimi evladını. İsimsiz sahipsiz bebeler ortalıkta adını bilen yok ailesini tanıyan yok. Nasıl bir devrandır? Nasıl bir acıdır dermanı yok çaresi yok.
Ah divane gönül! Bunca kedere, derde ve tasaya eyvallah der dayanırsın da bu acıya nasıl katlanırsın? Kuş olup Maraş’a uçmak istiyor o an insan. Bir can da ben kurtarayım diye Antep’e, Hatay’a, Adana’ya, Osmaniye'ye, Adıyaman’a, Diyarbakır’a, Kilis’e Malatya’ya ve Şanlıurfa’ya. Her bir şehre kırka yüze bölünerek paramparça olarak her hücremle elimi uzatmak geliyor içimden.
Çaresizlik insanın başına gelebilecek en büyük felaket. Ne yaptığını ne yapacağını bilemiyor insan. Çok şey yapmak istiyorsun ama elin kolun bağlı. Arş-ı alaya bir dua göndermekten başka bir şey yapamıyorsun. “Allah'ım yar ve yardımcıları ol” diye kalben ve içten bir yalvarış dökülüyor dilimizden.
Tonlarca beton yığınının içinden canlar çıkarıldığını izliyoruz televizyonlarda. Dilimizde tek bir söz “şükür” hadi bir can daha bir hayat daha kurtulsun diye yalvarıyoruz Allah’a. Sonu yok bekleyişin saniyeler, dakikalar ve saatler dursun istiyoruz. Zaman dursun tüm canlar kurtarılsın. Ama öyle değil işte! “En büyük hırsız zamandır senden hayatını çalar.” Ve zaman yine arsızlığını yapıyor günler akıp geçiyor durmuyor zaman.
Umut! Hep içimizde. Güneş doğuyor batıyor. Gün aydınlıkmış gece karanlıkmış fark etmiyor canla başla çalışan gönüllü kurtarıcı melekler için. Bir can daha kurtara bilmek için var gücünü harcıyor. Tok bir ses yükseliyor o sessizlikte: “Sesimi duyan var mı?” Nasıl ürpertici bir ses. O anda saniyeler haftalara, aylar yıllara eş değer oluyor sanki.
Günler geçiyor yavaş yavaş çekilmeye başlıyor el ayak onca virane olmuş yurdumun en güzide şehirlerinden. Geriye beton yığınları, sönmüş umutlar, yarım kalmış hayaller, dağılmış aileler öksüz kalmış çocuklar kalıyor. Kurtulanlar kurtulduğuna sevinemiyor. Bir yanı eksik yaşlı gözlerle doğduğu, büyüdüğü, hayat kurduğu, vatan bildiği toprakları birer birer veda etmeye terk etmeye başlıyor.
Yine dilimizde bilindik bir türkü kalıyor bize:
“Maraş Maraş’ta derler bu nasıl Maraş. Al kızıl kan içinde can veren kardeş, kardeş kalk gidelim yoldaş kal gidelim. Bizim iller kırçıllıdır geçilmez, yollar çamur kurusunda gidelim buradan gidelim.”
Ve ben şu günlerde kalemimin mürekkebini değmeyecek tüm siyasi partiler için yazıp ta tüketmeye utanıyorum. Utanmayan, önlem almayan, rant, çıkar ve para uğruna bu kadar canın hayatına kast edenlerin sonuna kadar bir gazeteci olarak takipçisi olacağıma söz veriyorum.
Sağlıcakla…