Yine mi!
Dönüp o günün gazetelerine baktığımızda, bugünkü iktidar sahiplerinin o günkü iktidarı arama kurtarma çalışmalarında geç kalındığından tutun da depremzedelere yardımların yapılmadığına kadar en ağır ifadelerle eleştirdiklerini görüyoruz. Bugünün yandaş medyası, o günlerde attığı manşetlerde, devletin enkaz altında kaldığını, hatta çöktüğünü yazdılar. O günün muhalifleri yirmi senedir iktidarda. Peki ne değişti? Özel deprem vergisi de toplamalarına rağmen manzara aynı. Şimdi kendilerinin eksikliklerini söyleyenlere de hakaret ediyorlar. Sanki sütten çıkmış ak kaşıklar… Bir enkazın başında, saatlerce yakınlarınızın kurtarılmasını beklerken devleti yanınızda göremezseniz siz ne düşünürsünüz? Oysa sonuç ortada.
Kahramanmaraş depreminin daha büyük bir coğrafyayı etkilediği gerçeğini görüyor olmama karşın aradan geçen 23 senenin gerek arama kurtarma gerekse de yardımlar konusunda daha iyi organize olmamızı gerektirdiğini de söylemem gerekir.
Yeri ve zamanı bilinmeyen felaketler için önleyici tedbirler almanıza olanak yoktur ama can ve mal kaybını en aza indirmek için alacağımız tedbirler vardır. 29 Eylül-1 Ekim 2004 tarihleri arasında “Deprem Şurası” toplandı. Deprem olgusu tüm yönleriyle ele alınıp tartışıldı ve konuyla ilgili görüş ve öneriler ortaya konuldu. Sonuç ne oldu? Koca bir hiç!...
Bilime inanıp bilim insanlarının uyarılarına kulak asmadığımız sürece bu acıları çekmeye devam ederiz. Deprem konusunda gelişmiş ülkelerin geldiği noktayı görüyoruz. Japonya’da daha şiddetli depremler olmasına rağmen kimsenin burnunun dahi kanamadığına çok şahit olduk. Farkımız ne o zaman? En önemli farkımız ne biliyor musunuz? Onlar bilime, biz ranta tapıyoruz. Daha fazla para kazanma uğruna geleceğimizi enkazların altına gömüyoruz. Bataklığın üstüne gökdelenler dikip havaalanları ve hastaneler yapıyoruz. Kurumlarımızdan işi bilenleri uzaklaştırıp liyakatsız yandaşları dolduruyoruz. Bir gün olsun bir kurtarma faaliyetinde bulunmamışları arama kurtarma kurumlarına dolduruyoruz. Ayrıca, 20 yılda 8 defa imar affı (barışı) çıkarıp uygunsuz yapılan inşaatlara ve fazladan çıkılan katlara göz yumarak yeni canların yok olmasına neden olduk.
Marmara depreminden sonra, arama ve kurtarma alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ortaya çıktı. Bingöl, Van, Elazığ, Seferihisar depremlerinde sahada olan bu gönüllü kurtarıcıların bir çok engellerle mücadele etmek zorunda bırakıldıklarını gördük. Bu işi tek elden yürütmek isteyen iktidar sahipleri, gerek yerel yönetimlerin gerekse diğer sivil toplum kuruluşlarının serbest hareket etmesinin önüne engeller çıkardı. Oysa gönlü depremzedelere yardım aşkıyla dolu halkımız, o göçükleri tırnaklarıyla kazımaya hazırdı.
Çalıştıracak operatör bulunmayan iş makinaları da ne demek oluyor. Devletin elindeki kayıtlarda bu araçları kullanma ehliyetine sahip vatandaşların kayıtları mevcut olmalı ve anında o insanlar göreve çağrılmalıydı. Saniyelere karşı mücadele edilirken bir afet durumunda bunlara ihtiyaç duyulacağı bilinmez mi? Elbette bilinir. Kim mi bilir? Konusunda liyakat sahibi olanlar bilir…
Sırtını inşaata dayayan iktidar sahipleri, “denetim” denen mekanizmayı gereği gibi işletemiyor. Binalarda yapılan tadilatlarda taşıyıcı kolonların dahi kesilmesini görmüyoruz. Tadilat hafriyatını binanın önünden, hem de ücret karşılığı kaldıran belediye nerede, nasıl bir tadilat yapıldığını kimseye sormuyor, gelip denetim yapmıyor. İskanını alan vatandaş, canının istediği gibi binasının içini değiştirebiliyor. Sen git de Japonya’da yap bunu bakalım… işte, depreme hazırlık böyle olur. Japonya ve İsviçre’de kimse inşaat yapmak istemiyor; çünkü katı denetimlerden çekiniyor. Bizde ise ilkokul diploması dahi olmayanlar, cebinde yeterli parası varsa hemen inşaat işine giriyor. En bol kazancı orada görüyor.
Kentsel dönüşüm adı altında yapılan binalarda müteahhitler zengin ediliyor. Dairesi yıkılan vatandaşa verilecek daire için çıkarılan maliyet yeni bir daire fiyatına denk geliyor. Binası çürük vatandaşın karşısında üç seçenek kalıyor; Ya çıkarılan bedeli ödeyecek, ya satıp gidecek ya da çürük binasında oturmak zorunda kalacak. Yoksulluğun kol gezdiği ülkemizde çoğu insan son seçeneğe mahkum oluyor. Sonra da kaderimizde varsa ne yapalım, diyor. Hani diyorlar ya; kaderde bu da var!.. Nedense kaderdeki böylesi ölümler hep yoksulu buluyor…
Bu yaşananlar, birilerinin söylediği gibi asla kader değildir. Bu olsa olsa bir cinayettir. Bu zihniyetle gidilirse gelecek kuşaklarımız adına çok ama çok kaygılıyım.