Kaynamayan tencere
Gençlik yıllarımızda, gereği gibi beslenemeyen insanların halini Afrika ülkeleriyle ilgili belgesellerde izlerdik. Bir deri bir kemik kalmış çocuklar… Bizler sömürgeciliğe karşı çıkmayı taa o zamanlarda kazıdık belleğimize. Şunu hiç aklımızdan çıkarmadık; Bir yerde yoksullaşma varsa orada sömürü de vardır. Halkın tenceresi kaynamıyorken birilerinin küfelerinin dolması ülkedeki refahın arttığını değil yoksulluğun derinleştiğini gösterir.
“Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü, rahmetli Demirel’in Türk siyasi hayatına armağan ettiği unutulmazlar arasındadır. Vatandaş, muhalefetin tüm uyarılarına rağmen ülkenin içinde bulunduğu durumu görmüyor olsa da iş cüzdanına gelip de tenceresi kaynamaz olunca düşünmeye ve sorgulamaya başlar. Guruldayan midesinin sesi, beynini harekete geçirir. Onun için artık hiçbir şeyin önemi kalmaz. Ne dış politika, ne hiç umursamadığı göçmen sorunları, ne eğitim, ne de adalet… Varsa yoksa kaynamayan tencereyi düşünmeye başlar. Elinden gelenin sadece sandık olduğunu bilir ve tenceresini ateşini söndürenlerin boş vaatlerine kulağını tıkayıp seçimi beklemeye başlar.
Ülke olarak tenceremiz kaynamaz oldu. Küçük bir azınlığın tencere sorunu yoksa da ülkenin yüzde sekseninin tenceresi kaynamaz oldu. Geçmişte yaşanan kuyrukları, hem de nedenlerini bile bile, dillerinden düşürmeden politik malzeme olarak kullananlar, bugünkü kuyruklara adeta gözlerini kapatmışlar. Ülkede bolluk varmış, raflar doluymuş, Avrupa bizi kıskanıyormuş palavralarıyla halkı uyutmaya çalışsalar da boşuna artık. Çocuğuna yumurta yediremeyen, süt içiremeyen anneye ne anlatsanız boşunadır.
Bir şeyin raflarda var olması değil onu alıp alamadığımız önemlidir. En kalitelisini değil en ucuzunu nerede bulabilirim diye market market dolaşıyor insanlar. Eti, sütü unuttuk. Şu kış gününde ucuza et alabilmek için sıcaklığın eksi beş derece olmasına aldırmadan Et Süt Kurumunun önünde sabahın köründe kuyruğa giriyor yaşlı yaşlı insanlar. Güya, büyük artış yaptık, diye övündükleri asgari ücretin açlık sınırının altında kalması yoksulluğun en önemli kanıtıdır. “Askıda ekmek” için fırın fırın dolaşan insanları, “Halk Ekmek” kuyruğunda bekleyenleri, yirmi beş kuruş daha fazladan vermemek için cebinde poşetiyle alışverişe gidenleri, çıkma sebze meyve toplayanları görmüyor o bir avuç mutlu azınlık. Seçimleri çoğunluk kazanır. İşte o çoğunluk kim biliyor musunuz? Tenceresi kaynamaz olanlar… Demirel gelecek günleri görmüş, tıpkı gidip gidip geldiği gibi.
Kaynamayan tencereleri tekrar kaynatmayı vaat eden iktidar sahipleri, yirmi senedir ülkeyi yönetenlerin kim olduğunu görmemek için aynaya bakmaz olmuşlar. Keşke bir baksalar!..
Köylünün, işçinin, memurun, emeklinin tenceresi kaynamazken birileri yeni yeni tencere koyuyorlar ateşe.
Kur korumalı mevduat hesabı üzerinden zengine ödenen faizi tarım ve hayvancılığı desteklemek için kullansaydık süt inekleri kesime gitmez, eti, sütü, peyniri, yoğurdu daha ucuza yerdik.
Ülkenin kaynakları rantçı projelere değil emekten yana kullanılsaydı tencereler asla devrilmezdi. Tarımda kullanılan mazotta ÖTV sıfırlansa, gübre ve yem desteği sağlansaydı üretenin tenceresi devrilmeyip hep kaynar, onların kazanması toplumun da kazanması demek olurdu.
İhracatı artırmak isterken üreteni aç bırakmakla ülke kalkınamaz. Dışarıdan ithal edilen her tarımsal ve hayvansal ürün bu ülkenin üreticisine yoksulluk olarak yansır. Tencere de devrilir, cüzdan da tamtakır olur. Beğenmedikleri o eski yıllarda Dünya’da kendi kendine yeten ülkelerden biriyken şimdilerde pek çok ülkeden nohut, mercimek, fasulye, pirinç, buğday ithal eder olduk. Nereden nereye!..
Vatandaş, kaynamayan tenceresini de elinden kaçırmamak için var gücüyle mücadele ederken ufuktaki ışığı birilerinin gözünde değil evindeki aç çocuklarının gözlerinde görüyor. İnanıyorum ki aç çocukların gözlerindeki bu ışık, geleceğimizi aydınlatmaya yetecek kadar güçlüdür…