İfade özgürlüğü
Bu özelliklerden mahrum bırakılan insanoğlu esaret altında demektir. İnsanların iradesinin esaret altına alınmasını elbette kabul edemeyiz. Şayet fikirler esaret altına alınırsa kişilerin “ifade özgürlüğü” engelleniyor demektir ki buna da evrensel hukuk kurallarında yasakçılık denir. Buraya kadar diyeceğimiz söz olamaz, diye düşünüyorum. Ancak, ifade özgürlüğünün en ateşli savunucularının dahi karşı çıktığı bir durum var ki, İsveç’te son yaşanan olaylar, tam da bu noktada duruyor.
Geçtiğimiz hafta hem Danimarka hem de İsveç vatandaşlığı bulunan ve Danimarka’da siyaset yapan aşırı sağcı, soytarı bir politikacı olan Rasmus Paludan, Stockholm Büyükelçiliğimiz önünde Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen provokatif bir eylem gerçekleştirdi ve Kuran-ı Kerim yaktı. Hem de bu eylemini önceden ilan ederek yaptı. İsveç makamları olayı sadece bir ifade özgürlüğü olarak algıladıklarını belirttiler. Oysa yapılan eylem, bir düşüncenin açıklanması değil tamamen bir inanç terörüydü. Tanıma bakarsanız zaten olay anlaşılır. “İfade” söz veya yazıyla açıklanır. Oysa ortada fiili bir eylem var. Bir inancın kutsalına karşı olduğunuzu sözle açıkladığınızı değil onu yaktığınızı gördü tüm dünya. Yani İslam’a karşı olmak ile İslam’ın kutsalı olan Kuran’ı Kerimi yakmak iki ayrı eylemdir. Herhangi bir inanca karşıtlığınızı gerek söz gerekse de yazıyla açıklayabilirsiniz ama ona inananları tahrik etmek için Kuran’ı Kerim yakmak asla özgürlükle izah edilemez. Sizin özgürlüğünüz başkalarının özelinde biter. O alana müdahale suç teşkil eder. O kalın çizgiyi aşmak bir terör eylemidir. Bana göre Rasmus Paludan denen densiz de o çizgiyi fazlasıyla aşmıştır.
İsveç’in yüzde 75’i Hristiyandır. Hristiyan inancında Kutsal Kitap, Kitabı Mukaddes'tir, İncil’dir. Şimdi biz Müslümanlar olarak İsveç’in izlediği ve beğenmediğimiz politikalarını eleştirmek için onların yaptığı gibi Kitabı Mukaddes’i mi yakmalıyız? O dine mensup milyarlarca insanı nereye koyacağız? Bizim sorunumuz İsveç’in izlediği politikalarla olmalı, İnancıyla, kutsalıyla değil. Mardinli gençler, bu alçak eylemi protesto etmek için çeşitli inançlara ait kiliselere giderek çiçek dağıttılar. Bu alçaklığa izin veren İsveçlilerin yüzleri kızarmıştır umarım.
Bu kışkırtma içeren eylemin zamanlamasının da dikkat çekici olduğunu düşündüğümüzde eylemin asıl amacının ne olduğunu sorgulamamız gerekir. Tam da NATO üyeliği ile ilgili gelişmelerin ortasında yapılan bu eylemden kim yarar sağlar, diye düşünmeden edemiyor insan. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin engellenmesini isteyen Rusya’nın mı, yoksa Türkiye’yi NATO’dan çıkarmak için bahane arayanların mı değirmenine su taşır bu eylem? Bunu çözmek uluslararası ilişkiler uzmanlarının işi.
Dikkatimi çeken bir husus da diğer İslam ülkelerinin bu eylem karşısındaki sessizlikleri. Bu çirkin eyleme karşı birleşik bir tepki vermemeleri düşündürücü değil mi?
Bütün bu eleştirileri yaparken biraz da dönüp kendimize bakmadan edemiyorum. Bizim literatürümüzde “gavur” diye aşağılayıcı bir söz var. Biz bu sözü inanç eksenli kullanırken bizim dinimize mensup olmayanları tanımlamak için kullanırız. Bu tarz ifadeler hoşgörü değil nefret içerir. Şahsen bu ifadenin yanlış olduğunu düşünenlerdenim. Bize göre onlar, onlara göre de biz gavuruz, öyle mi! Kin ve nefrete hizmet eden bu tarz kullanımlardan vazgeçmeliyiz.
Şunu unutmayalım; her dinin kutsalı, ona inananlar için çok değerlidir. Dedim ya; oradaki kırmızı çizgiyi görmek zorundayız.
Tüm semavi dinlerin ortak amacı, toplumun barış ve huzurudur. Savaşı arzulayan din anlayışı kutsal kitapların değil çıkarlarını düşünen devletlerin projesidir.
Bu bir nefret suçudur. Aynı zamanda İslam düşmanlığının, ırkçı ve ayrımcı akımların Avrupa’da ulaştığı kaygı verici düzeyin de göstergesidir.
Dünya barışı için tüm dünya devletleri dini inancı ne olursa olsun bu tür provakatif eylemlere izin vermemelidir.