Dostluk tribünü...
Her ne kadar milli takımımız olmasa da Dünya Kupası Katar 2022’yi izliyoruz. Dostluğun ve kardeşliğin sembolü haline gelen futbol, hepimizi ekran başına çekiyor. Dünya bu şöleni izlerken ülkemiz adına iyi şeyleri konuşmak isterdim; ama geçtiğimiz haftalarda ülkemizde yaşanan ve toplum olarak hepimizi üzen stad terörü Katar’daki futbol şölenini gölgede bıraktı. Bir yanda farklı ulusları dahi birleştirebilen futbol bir yanda aynı şehrin insanlarını nasıl bu denli kin ve nefrete sürüklüyor? Bunları düşününce “Biz nasıl bu hale geldik?” demeden edemiyor insan.
Sporun, özellikle de tüm dünyada ilgi odağı haline gelen futbolun en önemli özelliğinin dostluk olduğunu biliyoruz. Sporda kaybetmek de var kazanmak da ama dost kalmak bunların hepsinin çook üstündedir.
Yeşil sahalardaki rekabetin çimenler üstünde kalması ve dışarıdaki dostluğun devam etmesi futbolun hayatımıza kattığı bir gökkuşağıdır. Tabii ki insan olana…
İşyerimizde yan yana oturduğumuz arkadaşımız, karşı komşumuz, çocukluk arkadaşımız, kardeşimiz… Hepimizin gönül verdiği takımlar farklı farklı olabilir. Bazen kazanırız bazen de kaybederiz. Maçlar oynanır, biter ama insanlığın asıl değeri olan dostluklar kalır ve de kalmalıdır.
Geçtiğimiz haftalarda ülkemizin gülen yüzü diyebileceğim İzmir’de oynanmakta olan Altay-Göztepe maçında yaşanan olaylar, başta İzmir olmak üzere ülkemize hiç de yakışmadı. Kendini bilmez bir avuç serseri ruhlu insanın yaptığı bu futbol terörünü anlamak mümkün değil. Karşı tribünde, belki de her gün yüzüne baktığı arkadaşının, kardeşinin, amcasının, dayısının gözüne gelebilecek bir patlayıcıyı ateşlemenin başka bir izahı olmasa gerek.
Vicdan denen duygudan yoksun, sadece kazanma hırsıyla hareket eden bu insanların nereden türediğine bakmak gerek. Ben bu durumu ülke siyasetinin geldiği noktanın bir yansıması olarak görüyorum. Bu işten öncelikle siyasetin dili sorumludur. Neden mi? Siyaseti birazcık da olsa takip edenlerin, çoğunlukla iktidar sahiplerinden işittikleri, evimizde çocuklarımızın yanında dahi kullanmayacağımız sözcükleri, rakiplerini vatan haini gibi gösteren söylemleri, onlara yaşam hakkı dahi tanımak istemeyen tutum ve davranışları görünce şaşırmıyorum bu halimize. Yirmi senede hoşgörü bırakmadılar bu ülkede. Rakip, yok edilmesi gereken “mikrop”muş gibi lanse edilmeye başlandı. Bu durum aslında toplumsal bir sorunu gösteriyor. Gücünün kimseyle paylaşılmasını istemeyen, rakiplerine saygı duymayan ve onların nefes almasına dahi tahammülü olmayan, içi kin ve nefret dolu insanları görür olduk siyaset arenasında.
Kin ve nefret içeren bu dikenli dili, siyasette yok edebilirsek sporda da yok ederiz. Yani içi kin ve nefret dolu siyasileri yalnızlığa mahkum edelim. Onları toplumun önüne atıp kendilerini sorgulamalarını sağlayalım. Yani yakalanan hırsız misali deşifre olsunlar toplumun önünde… Umarım bir gün başarırız.
Spordaki bu keskin fanatizmi kırmanın çok yöntemleri var. Yeter ki bir yerden başlayalım. Nasıl mı olacak bu iş? Bana göre çok basit bir yöntemle başlanabilir bu zor ama barış ve dostluk yolculuğuna. Özellikle “derbi” olarak tanımlanan aynı şehrin takımları arasındaki maçlarda stadyumda bir tribün ayırıp, adına da “Dostluk Tribünü” diyelim. Bilet fiyatını da cazip hale getirelim. Hatta aile olarak gelenlere çok özel indirimler de düşünülebilir. Bu tribüne sporu dostluk ve kardeşlik olarak gören, rakibine saygı duyan, gönlü taraftarı olduğu takımdan yana olsa da rakibini sayan ve seven taraftarları alalım. Yani bu tribünü “dost rakipler” doldursun. Yan yana, kol kola, karnaval havasında maçlarını izleyip kazananı tebrik ederek mutlu bir şekilde beraberce evlerine dönsünler.
Bakın, bu ülkede stadyumlardaki tel örgülerin kaldırılması gündeme geldiğinde çoğunluk kaygıyla yaklaştı bu uygulamaya. Acaba daha büyük olaylar olur mu? diye kaygılandı toplum. Daha da ileri giderek söylemek gerekirse özellikle bazı Anadolu takımlarının seyircisinin sahaya girme ve olay çıkarma olasılığından endişe edildi. Sonuç ne oldu biliyor busunuz? Hafızalarınızı zorlayın biraz. Stadyumundan tel örgüleri kaldıran ilk takım, bir Anadolu takımı oldu. Denizli Atatürk Stadı bu yolu açtı.
Korku ve endişe dolu beyinlerinizi boşaltın beyler. Bu ülkede sağduyu sahibi insanların çoğunlukta olduğunu biliyorum. Yeter ki buna cesaret ve kararlılıkla yaklaşalım. Korkaklardan daha cesur davranma cesaretimizi gösterelim herkese. Buna da dostluğun ve hoşgörünün kenti olan İzmir’den başlayalım. Bu defa İzmir’in dağlarındaki çiçeklerin dibine Dostluk Tribünü’nden sular akıtalım. Akıtalım ki dostluğumuz ve kardeşliğimiz daima yeşil kalsın.
Haydi Altay, haydi Göztepe…