Yılanı bekleme
Acaba yukarıdan dünya nasıl görünüyor? diye yazmış çok değerli bir dostum. Neyi merak ettiğini çok düşündüm. Oysa uçaktan baktığımızda her şey gibi dünyanın da ne denli küçük olduğunu fark ediyoruz aslında. Ama, her türlü talana rağmen insanlığa yetmeye çabaladığını da görüyoruz doğanın. Doğa insanlığa yetmeye çalışırken biz onu tahrip etmeye devam ediyoruz. Dünyayı o kadar hor kullanıyoruz ki adeta kendi ayağımıza sıkıyoruz. Kişisel çıkarlarımız uğruna doğamızı yaşanmaz hale getiriyoruz.
Dünyaya yukarıdan baktığımızda ne görüyoruz biliyor musunuz? Susuz kalan dereler, ağaçsız bıraktığımız tepeler, fabrikaların kirleterek renklendirdiği ırmaklar, betonla doldurduğumuz sahiller, her dakika birbirini öldüren insanlar, kenar mahallelerin yoksulluğu ve uyuşturucu bataklığı. Daha da niceleri var sırada.
Yanlışa “yanlış” deme dürüstlüğünü yitirmiş insanlık. Son günlerde, İstanbul’un göbeğinde, Göktürk’te yaşanan yeşil katliamına dur demeye çalışan, hali vakti yerinde -tabiri caizse, tuzu kuru- insanlar- dün Kaz Dağlarında, Fatsa’nın ormanlarında, Yeşil Yol projelerinde, Kanal İstanbul’da ve susuz bırakılan derelerdeki katliamlara karşı yapılan mücadelelerde ortalarda görünmüyorlardı. İşin ucu kendilerine dayandığında, manzaraları engellendiğinde, yürüyüş yolları yıkıldığında, ellerinde dövizlerle iş makinalarının karşısına duruyorlar, doğaya sahip çık, diyorlar. Mücadeleleri elbette ki haklı ama yukarıda sıraladığım talanlara karşı mücadele eden Anadolu insanının neden yanında olmadıklarını da kendilerine sormalarını isterim. Üstelik Anadolu insanının mücadelesi evinin manzarası da değildi. Onlar yaşam alanlarının yok edilmesine karşı çıkıyorlardı. Doğanın kendileri için sadece manzaradan ibaret olmadığını, yaşamlarını devam ettirmeleri için ne denli gerekli oluğunu iyi biliyorlardı.
Şiddetle karşı çıktığım bir atasözümüz var: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Ne kadar da bencilliği öğütlüyor bizlere. İşte o yılan geldi, dünkü uyuyanlara zehrini gösterdi, onları uyandırdı. Onlar için: Siz bunları hak etmiştiniz, demeden onların haklı mücadelelerinin yanında olduğumuzu belirtmek isterim. Umarım bundan sonraki süreçte doğanın her türlü talanında onlar da seslerini yükseltirler.
Şunu unutmayalım: Doğa, kendine yapılan ihaneti, kimi zaman buzullarını çözüp denizleri yükselterek, kimi zaman sel ve heyelanlarla, kimi zaman da kuraklık ve açlıkla ödetir bize.
Gözlerimizi kapatıp vicdanımızın sesini dinleyelim biraz. Kör, sağır ve dilsiz şeytan olmayalım. Göktürk’teki doğa katliamına, Rize’deki yaylaları birleştirmek için düşünüldüğü söylenen Yeşil Yol projesine, derelerimizi kurutan hidroelektrik santrallerine, ormanlarımızı yok edip sularımızı kirleten madenlere karşı da aynı duyarlılığı gösterelim. Ölümün değil yaşamın yanında olalım. Paranın yenmediğini hep birlikte haykıralım dünyaya…
Yok edilen doğa, tüketilen tarım alanları, açlık, sefalet, talan, savaş naraları, geleceğe dair umutsuzluklar, ölen, aç yatan çocuklar… Bunları düşündükçe soluksuz kalıyor, nefes alamıyor insan. Tüm bu olumsuzlukları görmek için uçağa binip dünyaya yukarıdan bakmaya ne gerek var. Biraz düşünmek yeterli değil mi?
Gel de imrenme günün sonunda özgürlüğünün peşine takılıp, daha huzurlu yaşamak için sahilleri selamlayarak insanlara veda eden yunuslara, kışı geçirmek için büyük bir yolculuğun telaşına düşmüş leyleklere, göçmen kuşlarına. Onlar da biliyorlar doğanın kendilerine verdiği nimetleri.
İnsan gibi insan olmanın yükü çok da ağır değildir aslında. Yeter ki “Bana ne?” demeyelim. Gördüklerimizi söyleyip yanlışların karşısında duralım yeter. Her zaman insanlığın anıtını dikmeye çalışalım. Adaletin terazisindeki gözü kapalı kadın gibi tarafsız olmayı becerelim, yeter.
İster istemez özeniyorum denizdeki yunuslara, havadaki leyleklere, göçmen kuşlarına. Elimde değil. Gönlüm temiz bir doğada barış ve kardeşliğin hâkim olduğu, savaşların olmadığı, tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyulan bir dünya arıyor. Kirlenmeyi, yozlaşmayı gördükçe “Ben de kanatlarınıza tutunsam” diyorum leyleklere, sanki dünyanın öbür ucu farklıymış gibi. Hani bir umut benimkisi…
Ben gidemesem de gidenler, gitmeye heveslenenler, yolunuz açık olsun. Gittiğiniz yerler size umut versin. Hayalleriniz gerçek olsun.
Ama size bir sözüm daha var: Siz ilk yazda gelmesine yine geleceksiniz de buralarda neler olacak, bu kaostan kimler sağ salim çıkacak? işte orası meçhul. Umarım bıraktığınızdan daha iyi bir dünya bulursunuz döndüğünüzde.
Leyleklere sormak isterdim; sahi dünya yukarıdan nasıl görünüyor? Keşke onlar da bize sorsa: Kim dünyayı bu hale getirdi? Elinde balta, önünde iş makinaları ve arkalarında mikserlerle yürüyenleri neden görmediğimizi sorsalar hepimize. Hem de haykırarak.
Yok ettiklerimizin bizi yok etmesine fırsat vermeyelim. Biz onları yaşatalım ki onlar da bizi yaşatsın. Bunu yapmak için, dün size dokunmayan yılanın zehirli dilini görmeyi beklemeyelim!