Anlamak anlaşılmak
Evrendeki tüm canlılar için dünyaya türünden bir canlı daha getirmek sadece soylarının devamı için gerekli gibi görülemez. Yaşam döngüsünün en önemli evrelerinden olan doğum ve ölüm hayatın gerçeği ve de kaçınılmazıdır. Dünyamızda ölümlü olmayan veya hiç doğumu olmayan bir canlı türü yoktur. Tüm canlılar doğar, büyür ve ölürler. Canlılar için bütün mesele ömür dedikleri hayatlarının nasıl geçtiğiyle ilgilidir.
Biz insanoğlunun en önemli hedefi, neslimizin devamı olarak gördüğümüz çocuklarımızı hayata hazırlarken onları kendimizden daha iyi şartlarda yetiştirmek, onların da kendilerinden sonrakilere daha yaşanılır dünya bırakmalarını sağlayacak bilince sahip olmalarını sağlamaktır.
Yetişkinler olarak çocuklarımızı geleceğe hazırlama görev ve sorumluluğumuzu büyük bir özveri içinde, sahip olduğumuz tecrübe ve bilgi birikimimizden yararlanarak tüm iyi niyetimizle yerine getirmeye gayret ederiz. Tek amacımız, onların vatana ve millete hayırlı birer yurttaş olmaları ve yaşanabilir bir dünyada insanca hayat sürme şartlarına kavuşmalarıdır. Şayet bunu yeteri kadar başarabilirsek onların da kendilerinden sonrakiler için aynı çabanın içinde olacaklarına inancımız tamdır.
Çocuklarımıza karşı üzerimize düşen görev ve sorumlulukları yerine getirirken zaman zaman istemediğimiz, hoş olmayan olaylarla karşı karşıya da kalabiliyoruz. Bunların en ön sırasında birbirimizi anlamamamız, birbirimize kendimizi ifade edemememiz geliyor. Biz, onların bizi anlamadığını söylerken onlar da bizim onları anlamadığımızı söyleyip dururlar. Yani birbirimizi anlamada ne kadar istemesek de bir şeyler hep eksik kalıyor. Bu iletişimsizlikten biz onları, onlar ise bizi sorumlu tutuyor. Yani, kimse “yoğurdum ekşi” demiyor.
Gelin bir durum tespiti yapalım
Anadolu insanı sarayın gölgesinde değil bozkırın yoksulluğunda büyümüştür. Bugünkü ellili yaşların üstündekilerin bir yanı köydür, kasabadır. Kara önlüklü, beyaz yakalıdırlar. Topraktır, kazmadırlar… Oysa yeni nesiller apartman katlarına sıkıştırılmış, bizlerin yetişme şartlarından çok uzak, biraz da şanssız gibidirler. Yetişme koşullarımız ve değer yargılarımız eşit olmayınca aramızdaki anlayış ve olaylara bakışlarımızın da farklılık göstermesi gayet doğaldır. Birimiz ahşap birimiz ahşap görünümlü, çift camlı plastik pencereden bakıyor gibiyiz hayata. Oysa hepimiz aynı hayata bakıyoruz. Bizim bakarken güldüklerimiz onlara onlarınki de bize komik gelmiyor. Bizim çok önemsediğimizi onlar, onların çok önemsediğini de bizler ciddiye alamıyoruz. Biz radyodan haz alırken onlar televizyonu dahi kenara itip ellerindeki cep telefonlarını kutsallaştırıyorlar.
Çocuklarımızla aramızda bir beklenti ve bakış karmaşası var. Oysa biz, onların bizler gibi düşünmesini, bizler gibi giyinmesini, bizler gibi yaşamasını hatta biz neden keyif alıyorsak onların da aynı şeyden keyif almasını, biz neden nefret ediyorsak onların da aynı şeyden nefret etmelerini bekliyoruz. Bu tespitim onlar için de geçerli. Onlar da bizden aynı şeyleri bekliyor ama ne onlar ne de biz bunun farkında değiliz. İki taraf da kendi tezlerinin doğruluğuna inanıp karşı tarafa taviz vermemenin mücadelesi içine girince ilişkiler içinden çıkılmaz, karmaşık bir hal alıyor.
İşte tam bu noktada iki tarafın da asıl yanılgısı başlıyor. Biz de onlar da şu gerçeği görmüyoruz: "Ne biz bu devirde büyüyoruz ne de onlar bizim büyüdüğümüz devirdeler." Şunu unutmayalım: Çocuklarımızı geçmişimize götürüp bizim büyüdüğümüz gibi büyütemeyiz. Pilli radyolar, kara önlük, kazma-kürek, at arabası… Bunlar geçmişte kaldı. Tıpkı özlemini çektiğimiz çocukluğumuz gibi. Onlar da bizim çocukluğumuzu apartman katlarına, daracık sokak aralarına sıkıştıramazlar. Asıl gerçek şu: Biz o dönemleri yaşayıp belirli bir olgunluğa eriştik ama onlar henüz kendi dönemlerini yaşıyorlar. Bırakalım da hayat onları yağmuru, güneşi, karıyla olgunlaştırsın. Biz sadece sağlıklı olgunlaşmaları için gerekli şartlar konusunda onlara destek olalım. Bunu yaparken de onları anlamaya, hoşgörümüzü yüksek tutmaya özen gösterelim. Elbette ki hayat tecrübesi konusunda onlardan önde olduğumuz muhakkaktır. Yaşamları süresince geri dönüşü mümkün olmayan hataları yapmalarına ikna yöntemini kullanarak engel olabiliriz. Restleşmek, çatışmaların üzerine benzin dökmek gibidir. Uzadıkça yangın büyür, felakete dönüşür. Sabrımızı yangın söndürücü olarak kullanalım.
Sonuç olarak iki taraf da olaylara kendi pencerelerinden bakmayı bırakıp birbirlerini anlama yolunu seçmeli, empati yapmayı öğrenmelidir. Onların olgunlaşma çağları duygusal zekalarının esaretindedir. O zeka ki onlara siyahı beyaz, beyazı da siyah gösterebilir. Renkleri yaklaştırmanın yolu sabırdan geçer.
Şunu unutmayalım: Çocuklarımız bizim için çok değerlidir. Zaman zaman onlarla çeşitli fikirsel çatışmalar içinde olsak da biz de mutlaka onların gözünde değerliyizdir. Onların da bizi anlayacağı günler, akıp giden hayat yolculuğunun bir yerinde mutlaka önlerine çıkacaktır.