Cumhuriyete sahip çık!
1. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı İmparatorluğu, önceleri tarafsız kalmayı düşünmüşse de kaybettiği toprakları geri almak, İmparatorluktaki Alman hayranlığı, Almanya'nın savaşı nasıl olsa kazanacağı düşüncesi ve siyasi yalnızlıktan kurtulma gibi nedenlerle Almanya'nın yanında savaşa girmiştir.
Çanakkale’de Mustafa Kemal Atatürk’e toslayanlar, 1. Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın teslim bayrağını çekmesi ve bizim de yenik sayılmamızdan dolayı adeta turistik ziyaret için geliyorlarmış gibi Çanakkale’yi geçip savaş gemilerini Boğaz’a demirlediler. Böylece İstanbul resmen işgal edilmiş oldu. İşgalcileri karşılayan içimizdeki düşmanlar da adeta bayram yaptılar.
Osmanlı’nın başkentinde durum bu iken İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar ülkenin dört bir yanını işgal ederek tüm halka zulmetmeye başladılar. Oysa onların unuttukları bir şey vardı. Tarihi boyunca esaret altında yaşamamış bu millet, işgale boyun eğmezdi. Ayrıca bir başka devletin de kendilerine özgürlük ve bağımsızlık getirmesini beklemezdi ve beklemedi de. Çanakkale kahramanı mavi gözlü dev adam çıktı ortaya. Boğaz’daki düşman gemileri için: “Geldikleri gibi giderler.” deyip milletini arkasına aldı ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan ulusal kurtuluş mücadelesini başlattı. Bu mücadelenin başarıya ulaşması halinde hükümet şeklinin ne olacağına ilişkin soruya Erzurum Kongre’sinin yapıldığı günlerde cevap vermiş, hükümet şekli zamanı geldiğinde cumhuriyet olacaktır, demişti.
Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Büyük Millet Meclisinin açılması ve birçok savaştan sonra 9 Eylül 1922’de düşmanın İzmir’den denize dökülmesiyle biten kurtuluş mücadelesi… Buna rağmen İstanbul halen işgal altındadır. 6 Ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu’nun İstanbul'a girmesiyle 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal resmen sona erdi. Kısacası 1918’de işgal ettikleri Osmanlı’nın Başkenti İstanbul’a 1923 yılına kadar esaret hayatı yaşattılar, Boğazı kirleten gemileri ve İstanbul sokaklarını kendilerinin sanan işgalci askerleriyle, Mustafa Kemal’in dediği gibi, geldikleri gibi gittiler.
29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, egemenliği bir avuç azınlıktan aldı, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, dedi.
Cumhuriyet, milli iradeye dayalı bir devlet düzenidir. Cumhuriyet, her bireyi eşit yurttaş olarak gören rejimin adıdır. Demokrasi ise cumhuriyetle en uyumlu yaşam biçimidir. Bu iki değer birbirinden güç alır ve birbirine değer katarak güçlenir. Özellikle eşit yurttaşlık kavramı, Osmanlı’nın hep ihmal ettiği bir konudur. Şöyle ki: Saray ve çevresi her türlü eğitim olanaklarına sahipken Anadolu halkı unutuldu. Bunu, o dönemin istatistikleri ortaya koyuyor. Ülkedeki kadınların okuma yazma oranı binde 4 iken erkeklerdeki oran yüzde 7 idi. Yani ülkenin yüzde 90’ı Arap Alfabesi de dahil hiçbir alfabeyle okuma yazma bilmiyordu zaten. Genç cumhuriyet, yaptığı devrimle Latin Alfabesine geçerek büyük bir seferberlik başlattı ve kısa zamanda Anadolu’daki okuma yazma oranları arttı. Yani birilerinin dediği gibi Latin Alfabesine geçiş bize kültürümüzü unutturmadı. Halk, zaten bilmediğini nasıl unutacaktı? Cumhuriyetimizin bize sağladığı kazanımlarla gerek edebiyat gerek diğer alanlarda Türk’ün de var olduğunu tüm dünyaya kısa zamanda ispat ettik. Kadınlarımıza sağlanan, başta seçme ve seçilme hakkıyla birçok millete örnek olduk.
Demokrasinin birinci şartı, vatandaşın önüne konulan seçim sandığı gibi görünse de yalnız başına bu yeterli değildir. Halkın sandığa giderken seçeceği insanları ve onların temsil ettiği partilerin programlarını bilmesi gerekir. Eşit düzeyde eğitimle düşünen ve sorgulayan bireyler yetiştirebilirsek seçimlerdeki tercihimizle cumhuriyet ve demokrasimizi güçlendirebiliriz.
Ayrıca bir rejimin demokrasi olabilmesi için özgür ve adil şartlarda yapılan bir seçimin yanı sıra kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğüne inanan çoğulcu ve katılımcı bir siyasal yapı da gereklidir. Çünkü, demokrasi, çoğunluğa geneli yönetme hakkını verirken azınlığın da var olma hakkının güvencesi olmalıdır. Karşıtlarını “yok sayma” mantığıyla demokrasi güçlenmez ve otoriter bir sisteme doğru evrilir.
Cumhuriyet ve demokrasinin asıl gücünü onu özümseyen ve yaşam şekline dönüştüren bireylerden alır. Geleceğimizin daha aydınlık olabilmesi için 99 yıl önce Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği cumhuriyetimizi korumak ve yüceltmek en önemli görevimizdir. Bu da fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür kuşaklarla mümkün olacaktır. Bunu sağlayacak güç de demokratik ve laik eğitim siteminde saklıdır.
Şunu aklımızdan çıkarmayalım: Cumhuriyeti ortadan kaldırarak toplumu medeni dünyadan uzaklaştıracak düşüncelerin özgürlüğü de olamaz. Yani dünyada hiçbir rejim kendini yıkmak isteyen düşüncelere özgürlük tanımaz. Unutmayın ki, kaybedilen özgürlükleri geri kazanmanın bedeli onu korumaktan daha ağırdır. Bugün İran ve Afganistan’daki kadınların özgürlük mücadelesi, kör gözleri açmalıdır.
Varlığımızın, geleceğimizin ve özgürlüklerimizin yegane teminatı olan Cumhuriyetimize sahip çıkmak ulusal görevimiz olmalıdır.