Kadermiş
Ülkemizde yaşanan ve bazılarımızın “kader” dediği iş kazaları acaba gerçekten kaderimiz mi? Şayet böyle ise bu “kötü kader” neden hep işçileri buluyor? Kötü kader hep yoksulun, işçinin, köylünün etrafında mı geziyor? Acaba neden hiç zengin mahallelerine, gemicik sahiplerine, devlet ihaleleriyle zenginleşenlere, KPSS sınavlarından düşük puan aldıkları halde mülakatlardan yüksek puan alıp atananlara, üç beş yerden maaş alanlara, yalılara, köşklere, villalara uğramaz? Yüce Allah, kötü kaderi inşaat, maden, tersane, fabrika ve tarım işçileri için mi düşündü dersiniz?.. İslam, akıl ve mantık dinidir. İlk emir ne diyor? Oku… Buradaki “oku” sadece Kur’an’ı oku, değildir… Bilimsel gelişmeleri de takip etmemiz ve bilgiye ulaşmamız istenmektedir. Bir hadiste ne diyor: “İlim Çin'de de olsa ona tâlip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır.” (Beyhakî, Şuabu’l-İman-Beyrut, 1410, 2/253).
Çalışmalarımızda aklın ve bilimin gereğini yerine getirmeyip başımıza gelen her kötü şeyi kader deyip geçiştirmeye çalışmak inancımız olan “kader”in mantığını da ters değil mi? Yani bulmuşuz bir kader torbası, başımıza gelen her kötülüğü bu torbaya dolduruyoruz. Yapmadığımız görevlerin, almadığımız önlemlerin sorumlusunu “kader” olarak ilan ediyoruz. Yani tek suçluyu bulmuşuz: Kader!.. Elbette insanoğlunun engel olamayacağı olaylar vardır. Yani gerek birey gerekse de devlet olarak işimizin gereği olan bütün önlemleri almamıza, bilim ve teknolojinin tüm imkanlarından gereği kadar yararlanmamıza rağmen yaşananlar olursa onu kader olarak görmemiz normal görülebilir.
Japonya örneğine bir bakalım isterim: Bilindiği gibi Japonya bir deprem ülkesidir. Japonlar, belki de her ay bir depremle sallanırlar, bizler de şaşkınlık içinde tv ekranlarından izleriz o anları. Adeta kayık misali sallanan yüksek binalarda ne yıkım ne de ölüm yaşanır. Yani kötü kader orada insanlara ölüm getirmezken bizde ise salladığı yerlerde taş üstünde taş bırakmaz. Acaba bizi sevmiyor mu bu kader?... İçimizden, ama orası Japonya, demeyelim. Sadece onların akıl ve bilimden bizden çok daha fazla yararlandığını kabul edip kendimizi sorgulayalım. Yapacakları her binayı, ülkelerinin deprem gerçeğini göz ardı etmeden, bilim adamlarının uyarılarına uygun yaparlar. Bizde ise durum böyle mi? Bilim insanları Marmara Bölgesi için deprem uyarıları yapıp alınması gereken önlemleri sıralarken biz kentsel dönüşümü bile yeteri kadar yapamadan uçuk kaçık ve tamamen rant eksenli projelerle uğraşırsak depremden sonra kader torbasına atacağımız bir malzememiz daha olur. Demek ki Japonlarla aramızdaki en büyük fark: Onlar can derken biz rant diyoruz.
Dünyada kömür madeni çıkarılan tek ülke biz değiliz. Ama kazaların ve ölümlerin azalmadığı tek ülkeyiz. Kömür çıkaran diğer ülkelere bakıldığında bu durum daha net görülür. Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) raporuna göre, 100 milyon ton kömür üretimi başına düşen ölüm sayısı ABD’de 1 ile 6 arasında değişirken, Türkiye’de bu sayı yıllara göre 900’ü dahi aşıyor.
Yani aklın, bilimin ve teknolojinin kullanılmadığı için yaşanan iş cinayetleri sadece bir kader olarak ifade edilemez. Bu söylem, futbol sahalarındaki gibi topu taca atmaya benzer. İş kazalarını önlemek için bilimsel planlar yapmak, teknolojik gelişmeleri yakından takip edip bunları işyerlerinde kullanmak, sermayenin daha zenginleşmesi için değil emeğin hakkını alması için mücadele etmek gerekir. Sermayeyi değil emeği korumayı esas alırsanız iş cinayetlerini önlersiniz. Üç kişiyle yapılacak bir işi, sırf daha çok para kazanmak uğruna bir kişiyle yapmaya çalışmak kader olamaz. Günde beş ton kömür çıkaran bir madencinin aylık kazancı bir ton kömür alamıyorsa burada emeğin sömürüsü, işverenin cebinde işçinin alın teri var demektir. Unutmayın beyler, bir gün gelir ki bu alın terlerinde boğulursunuz. Sizler tok karınlarınızı ovalarken yatağa aç yatmak zorunda kalan işçi çocuklarının açlık kokan nefesleri, sizin metan gazınız olur, buna da kader dersiniz.
Türkiye’de yaşanan iş cinayetlerindeki ölüm oranlarının yüksek olmasının ana sebebi, sosyal devlet olmanın gereklerinin gereği gibi yerine getirilmemesi, bilimden uzaklaşılması ve sendikaların zayıflığıdır. Daha önceleri, yine ölümle sonuçlanan maden kazasında suçlu bulunup ceza alanları sanki ödüllendirircesine kurumun başına yönetici yapılmalarını anlamak mümkün değil. Liyakatli insanların yönetimindeki kurumlar gelişirken liyakatsizlerin yönettiği kurumlar işlevsiz hale gelirler. Kadere sığınmak yerine bilimin ve emeğin sesine kulak verip liyakatli kadroları işin başına getirmenin gerekli olduğunu ne zaman anlayacağız? İlla ölümleri me bekleyelim?..
Bir şiirinde şöyle diyor Mehmet Akif:
“Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru:
Belânı istedin, Allah da verdi... doğrusu bu.”
İş kazalarının ve ölümlerin olmadığı günleri görmek en büyük arzumuzdur. Ülkemizin başı sağ olsun…