Yaman çelişki
Hafızalarımızı tazeleyip yirmi sene önceye gittiğimizde iktidar partisi açısından pek de bir şeyin değişmediğini görüyoruz. AKP’nin 2002 seçimlerine giderken en önemli vaadi 3Y (yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar) ile mücadele idi. Tam yirmi sene sonra, yine bir seçim sathına girdiğimiz şu günlerde iktidardakilerin bugünkü söylemleri yirmi sene evvelkiyle aynı noktada.
Daha iki üç gün evvel, kendilerinin kurup her türlü desteği verdikleri TÜGVA’nın Olağan Genel Kurulunda ne dedi sayın cumhurbaşkanımız: “Yolsuzlukların olmadığı, rüşvetin olmadığı, yoksulluğun olmayacağı bir Türkiye’yi biz hallederiz. Şu an itibarıyla onun hazırlığı içindeyiz.” Demek ki yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edebilmek için hazırlıklar yirmi senedir devam ediyormuş…
Hazırlığı bile yirmi sene süren sorunların kaç senede çözülebileceğini varın siz düşünün. Düşmanları yurdumuzdan kovmak için yaptığımız Büyük Taarruzun hazırlıkları bile yirmi sene sürmemişti… Demek oluyor ki ülkemiz açısından 3Y düşmandan da büyük bir bela…
Düşünüyorum da yirmi sene evveline göre yasaklar konusunda geldiğimiz yer neresi? Bazı vakıf ve derneklerin dilekçeleriyle yasaklanan gençlik konserleri ve festivaller, sorunlarını anayasadan aldıkları güçle, barışçıl bir şekilde topluma duyurmak isteyenlerin maruz kaldıkları uygulamalar, susturulmak istenen muhalifler, sansür yasası diye adlandırılan, sosyal medyayı da susturmaya yönelik çıkarılan “dezenformasyonla mücadele” yasası… Yasaklarla mücadele böyle mi yapılır? diye sormadan edemiyorum. Ülkenin her geçen gün daha yasakçı bir anlayışa doğru evrildiğini görmekten de rahatsız oluyor gençler. Ayrıca bu gençlerin çoğu ilk defa sandığa gidip verecekleri oylarla gelecekleri için tercihte bulunacaklar. Siz ne kadar eski Türkiye’yi anlatırsanız anlatın bu gençlere, onlar yirmi senedir sizlerin yönettiği yeni Türkiye’de büyüdüler. Yani kendilerine anlatılandan çok yaşadıklarına inanırlar onlar. "Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli (adi, aşağılık, bayağı) heveslerle ellerin yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum" dediğiniz gençler bunlar. Bu ülkede insanca yaşamak ne zamandır süfli heves oldu. Bu gençler boşuna mı okudular o her şehre açmakla övündüğünüz üniversitelerde? Ülkeyi üniversiteli işsizler kampına çevirdiğinizi görmüyor musunuz? Ülkelerinde insanca koşullarda yaşamak onların da hakkı değil mi? Atanabilmek için yapılan sınavı aşsalar da mülakatlara takılan bu gençlerden daha ne bekliyorsunuz?.. Bazı kurumların işe eleman alırken işe göre değil de kişiye göre şartname hazırladıkları gazetelerde yazılıp çiziliyor. Şimdi soralım kendimize: Gençlerin yerinde biz olsak ne yapardık? Gençler için biraz empati yapalım…
Yolsuzluklar konusunu konuşmaya nereden başlamak lazım diye düşündüğümde aklıma ilk gelen Sayıştay’ın denetimleri geliyor. Hani o, ayda on bin dolar maaşa bağlanan siyasetçiyi hukukun önüne çıkaramamış olmamamızdan daha da önemli Sayıştay’ın denetimleri. Hepimizin bildiği gibi Sayıştay, kamu idarelerinin mali faaliyet, karar ve işlemlerini hesap verme sorumluluğu çerçevesinde denetler ve sonuçları hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine doğru, yeterli, zamanlı bilgi ve raporlar sunar. Bu, kamu açısından hesap verilebilirlik anlamına gelir. Son yıllarda, özellikle Sayıştay denetimin dışına çıkarılan harcamalar kafamızda yeteri kadar soru işareti bırakıyor zaten.
Yoksulluk konusu malumun ilanı olur ama yine de birkaç konuyu gündeme getirmeden geçmemek gerekir, diye düşünüyorum. İktidarın gururla söylediği bir şey var; İktidara geldiklerinden bu yana sosyal yardım yaptıkları aile sayısındaki artış. Hani derler ya; Ağlanacak halimize gülüyoruz. Bir ülkede sosyal yardım alan ailelerin atması ülkenin yoksullaştığının, gelir adaletsizliğinin en büyük kanıtıdır. İktidar bununla övünmemeli, şapkasını önüne koyup düşünmeli, insanların neden yardıma muhtaç hale geldiklerini, bunun nedenlerinin ne olduğunu sorgulamalıdır. Yani kendilerini çek etmelidirler. Sosyal yardımlarla yoksulluğu çözmenin adeta oy devşirmeye dönüştüğü bir düzene doğru gidiyoruz. Pırıl pırıl gençlerimiz geleceklerini yurtdışına aramak zorunda kalırken yandaşların üç beş yerden maaş alıyor olmaları toplumun büyük bir bölümünü huzursuz ediyor.
Sonuç olarak bir çelişkiler yumağında dönüp duruyoruz. Kime inanalım? Yirmi sene evvelkilere mi, yoksa yirmi sene sonra yine aynı vaatleri sıralayanlara mı? Bunların ikisinin de aynı kişiler olduğunu görünce sormadan edemiyor insan; Bu ne yaman çelişki?..