Ders zili çalarken
2022-2023 eğitim-öğretim yılının ilk ders zili çaldı. Okullar şenlendi. Öncelikle tüm öğrenci, öğretmen ve velilerimize hayırlı olsun. Umarım her açıdan verimli bir eğitim yılı geçiririz. Umarım, derken içimdeki, eğitime dair umutsuzlukları besleyen o kadar çok sorun var ki anlatmakla bitmez. Bu sorunlardan bir tanesi de “ikili eğitim.” Yani bir okulun iki ayrı okulmuş gibi kullanılması. Yani sabah okula gelen öğrenciler öğlen evlerine dönerken öğlende gelenlerin de akşam evlerine dönmeleri şeklinde uygulanan bir sistem.
İlk bakışta bir okulun günde iki kez kullanılması bina açısından verimlilik gibi görünebilir. Oysa verimlilik bir yana ikili eğitimin oldukça sorunlu olarak gördüğüm bir yanına toplumun dikkatini çekmek istiyorum.
2021 verilerine göre Türkiye’deki nüfusun %93,2’si il ve ilçe merkezlerinde %6,8’i de köylerde yaşıyor. Bu veriler bize köylerin boşaldığını çok net olarak gösteriyor. Köylerin boşalmasının ekonomik olarak yarattığı sorunları ve köy okullarının kapatılmasının eğitime verdiği zararı bir başka yazıya bırakalım.
Özellikle Büyükşehirlerdeki hızlı nüfus artışlarına karşın okullaşmada aynı hızı yakalayamayınca, başta da belirttiğim üzere “ikili eğitim” kaçınılmaz oldu.
Her sene öğretim yılının açılış törenlerinde yetkililer tarafından kaç tane okul veya derslik yapıldığı, övünülerek anlatılıp durulur. Rakamların yüksekliği bazen bizi şaşırtsa da dönüp baktığımda” ikili öğretim” azalma yerine artıyor. Yani bu işte anlaşılmayan bir tezatlık görünüyor. Bunun açıklaması şu olabilir: Yıkılıp yenilenen okullar da bu açıklanan sayıya dahil ediliyor gibi görünüyor bana. Durum böyle olunca da okullaşma şehirleşmeye yetişemiyor demektir. Çözüm ise ikili eğitime çıkıyor. Bazen de çözümü sınıf mevcutlarını artırmakta arıyoruz. Bir okul türü icat ediyoruz, sınıflar için 20 olarak belirlediğimiz öğrenci saylarını 24, 30, 36, 40 diye durmadan artırıyoruz. İmamın dışarda kalan cemaati caminin içine alabilmek için söylediğini biz de öğrenciler için söylemeye başlıyoruz: Safları sıklaştıralım çocuklar…
55 yaş üstündekiler, tam gün eğitimle büyüdük. Ben, okuduğum ve mesleğe başladığım yıllarda hiçbir köyde ikili eğitim görmedim. Birleştirilmiş sınıflara rağmen kimsenin aklına ikili eğitim gelmemişti. Dedim ya şehirleşirken okulları unuttuk. Yeni Türkiye bu hale geldi!..
Şehirleşmeyle beraber kadınlarımız da çalışma hayatına katılmaya başladılar. Bu güzel bir gelişme. Ancak çalışan kadın anne olduğunda başka sorunları başlıyor. Bir şekilde ebeveynlerinin de katkılarıyla okul çağına kadar getirdikleri çocuklarını göndermek için tam gün eğitim veren okul arama derdine düşüyorlar. Çünkü şehirlerdeki devlet okullarının tamamına yakını ikili eğitim yapıyor. Devlette bulamadığı tam gün eğitimi özel okullarda aramak zorunda kalıyorlar. Ekonomik olarak da hemen hemen kazandıklarının tamamına yakınını çocuklarının eğitimine aktarıyorlar. Sadece sigortalarının işliyor olmasını kârları gibi görür hale geliyorlar. Velhasıl, kadınlarımız çalışıp çalışmama arasında sıkışıp kalıyorlar. Ülkenin ekonomik koşullarını göz önüne aldığımızda varın tercihi siz yapın…
Ekonomik şartlarını sonuna kadar zorlayan bu kadınlarımız, elbette eğitime yapılan yatırımın çocuklarının geleceğine yapıldığını biliyorlar. Yoksa bu kadar zahmete katlanmazlardı.
Şunu en baştan belirteyim: Bir ülkenin eğitim sorununu çözmediğiniz sürece hiçbir sorununu çözemezsiniz. Buna sağlık ve adalet de dahil. Eğitim olmadan sağlıkçıyı ve hukukçuyu da yetiştiremezsiniz. Demek ki birinci öncelik eğitimin sorunlarını çözmekmiş.
Yıllardır söylediğim şeyleri tekrar etmek zorunda kalıyorum belki birilerinin kulağına kar suyu kaçar diye. İnşaat konusunda en güçlü kuruluş olan TOKİ, konut yaptığı yerlere öngörülen öğrencilerin tam gün eğitim göreceği kadar kapasitesi olan okullar yapmalı. Mevcut okullar yenilenirken sınıf sayıları artırılmalı. Belediyelerin kültürel faaliyetler için ayırdıkları bütçeler, okul ihtiyacı olan yerlerde “Kültür merkezleri ve Bilgi Evleri” için değil okul yapımı için kullanılmalı. Özellikle arsa sorunu olan yerleşim yerlerindeki kamu arazileri eğitim için değerlendirilmeli. Arsa yetersizliği söz konusuysa vatandaşı da mağdur etmeden, yasal yollarla kamulaştırma yapılmalı. Yani devlet, eğitimci kafasıyla eğitime çözüm aramalı ve de çözmeli. Tüccar kafasıyla eğitimin sorunları çözülemez. Şunu unutmayın; eğitimin getirisi gelecektir.
Çalışan annelerin çocukları için, devlet tarafından yeterli sayıda kreşler mutlaka yapılmalı. Çalışan sayısının belirlenen bir rakamı geçen özel kurumlara, personellerinin çocukları için kreş açma zorunluluğu getirilmeli.
İnanıyorum ki gücü yeten bütün ebeveynler torunlarına keyifle bakarlar. Şahsen biz de öyle yapıyoruz ama bu, ülkedeki genel sorunu çözmüyor. Sosyal devlet, imkansızlara imkan yaratmakla sorumludur. Ülkenin kaynaklarını, bir avuç gözü açlar için değil, geleceğimiz olan eğitim için kullanmak zorundayız. Yoksa çocuklarımız daha çok sıklaştırmak zorunda kalır safları...