Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı az bulutlu
8°
Ara

Fakirleşerek büyümek

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Fakirleşerek büyümek

Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Yoksa enflasyonu düşürmek için sert tedbirler alabilirdik. Yüksek faiz artışı yapardık. O zaman üretim dururdu. Kur korumalı TL’ye geçerek bir yandan doları frenledik. Diğer yandan üretimi ve büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar, çarklar dönüyor” demiş.

Bu söz, bir itiraftır. Maliye bakanı, kimlerin yanında olduğunu açık açık beyan ediyor. Yani biz sermayenin kazanmasını istedik, diyor. Bizim için önemli olan üreten eller değil fabrikalarda dönen makinaların dişlileridir, diyor. Hem de makinaları yapanın da o yağlı ve nasırlı eller olduğunu unutarak. Uyguladıkları ekonomik sistemin, dar gelirlileri hiç de umursamadığını söylemek istiyor. Oysa sayın Nebati’nin unuttuğu bir şey var ki bu milletin çoğu dar gelirlidir. Bunun nedeni de onların uyguladıkları ekonomik politikalardır. Zaten kıt kanaat geçinen halkı değil de mutlu bir azınlığı düşünen ekonomik bir modelle gurur duymaları, üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir konudur.

Enflasyonla büyümenin nasıl gerçekleşeceğini de anlamış değilim. Enflasyon, fakirleşmenin diğer adıdır. Hem fakirleşip hem büyümek…

“Faiz sebep enflasyon neticedir” tezi sonrası Merkez Bankası, politika faizini %19’dan %13’e düşürmesine rağmen resmi enflasyonda %80’le Dünya dördüncüsü olmuş durumdayız. Dünyada böyle bir ekonomik model uygulayarak kalkınan ülke olduğunu duymadım, okumadım… Biz ekonomi literatürünü yeniden yazacağız galiba.

İnsanlar fırınlarda dünden kalan, daha ucuz, bayat ekmeği almak zorunda kalırken, Halk Ekmek kuyrukları uzarken, manavların önündeki “çıkma” sebze ve meyvelerin müşterisi artarken nasıl büyüdüğümüzü merak ediyorum. Mademki enflasyonla büyümek oluyor, neden Tarım Kredi Marketlerine indirim talimatı verilmek zorunda kalınıyor? Ülkemizde yüzde 20’lik mutlu bir azınlık var ki milli gelirin yüzde 46,7’sini paylaşıyorlar. Sanırım maliye bakanı büyümeden bahsederken onları kastediyor… Evet, onlar büyüyor, vatandaş küçülüyor…

“Kur korumalı” sisteme geçerek doları frenledik, demiş sayın Nebati. Ne frenmiş be! Dolar 18 TL’yi aştı. İyi ki kur korumalı sistemi buldunuz, yoksa dolar ne olurdu?.. İşin aslı şudur: Kur korumalı sistem, parası olanın parasının değerini koruyor. Yani hem bankadan faizini alıyorlar, hem de kur farkını hazine ödüyor. Yani halkın parası yasal yollarla zengine aktarılıyor. Çalışanın ödediği vergilerle, doymayan zenginlerin servetini garantiye alıyoruz. Bunu da sanki başarıymış gibi topluma sunuyoruz.

Ekonomik açıdan “üretimi ve büyümeyi” tercih etmek doğru bir yaklaşım. Ancak bizdeki durumun bu olmadığını hepimiz biliyoruz. Çiftçi üretemez olmuş, süt inekleri dahi kesime gönderilmeye başlanmış bir ülkeden bahsediyoruz. İhracattaki büyümeden bahsederken vatandaşa anlatmadığımız bir konu daha var. İhraç ettiğimiz, yani dışarıya sattığımız ürünlerin ham maddesinin yüzde 60’ını dışardan aldığımızı unutuyoruz. Ülkeyi ucuz iş gücü cennetine çevirdik. Bunun en önemli kanıtı da çalışanların yarısının asgari ücretli olmasıdır. Başta Suriyeliler olmak üzere, yabancıların çalıştırılarak ülkedeki işsizliğin atmasına neden olmalarını söylemiyorum bile. İşçinin hakkını korumak zorunda olan sendikalar etkisizleştirilmiş durumda. Muhalif olanların susturulduğu, yandaş olanların meclise taşındığı bir sendikacılık… Sanırım Kemal Türkler ve Şemsi Denizer gibi rahmetli sendikacıların kemikleri sızlıyordur şimdi.

Ülkenin ekonomik olarak getirildiği bu durum karşısında hiçbir kesimin enflasyona ezdirilmediğini söylemiyorlar mı? Gülmeyin halimize… Gerek işçi, gerek emekli, gerekse de memura verilen ücret artışlarının enflasyonun üstünde olduğunu kimse söylemesin. Hepimiz gerçek enflasyonun ne olduğunu canlı canlı yaşıyoruz. İnsanlar sadece yaşamlarını sürdürmenin mücadelesini verir hale geldiler. Zevk u sefa eskilerde kaldı.

Tarım ürünlerinin taban fiyatlarına yapılan artışın da yeterli olmadığını bilmemiz bir yana, bunun sonucu, o tarım ürünlerinin veya onlardan yapılacak mamul ürünlerin tezgahlara yansımasının zamlı olacağını aklımızdan çıkarmayalım. Örneğin: Buğday taban fiyatının artması demek raflardaki makarnanın da artması anlamına gelir. Bunu tüm tarımsal ürünler için düşündüğümüzde değişen bir şeyin olmayacağını görürüz.

Sürdürülebilir bir ekonomi için yeni şeyler icat etmeye gerek yok. Üretimin girdilerini düşürmediğimiz sürece bu artışları önleyemeyiz. Kontrol edilebilir bir ekonomik sistemi kurmak zorundayız. Çoğunluğun yoksullaştığı bir ülkede kalkınmadan söz edilemez.

Bir avuç sermaye sahibini değil halkın tamamının pastadan eşit pay aldığı bir ekonomik modele ihtiyacımız var. Bunu da ancak çalışan ve üretenden yana politikalar uygulayarak başarabiliriz. Ekonominin çarkları, sadece üretici firmalarla ihracatçıları koruyarak değil oralardaki emekçileri koruyarak döner.

Yakın bir gelecekte bu duygu ve dileklerimizin gerçekleşmesi umuduyla…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *