Ataşemiliterlikten, başkomutanlığa (1)
Mustafa Kemal Atatürk: “…Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka Mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.”
Tarih, 14 Kasım 1914’tür. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na girmiş ve Cihad-ı Ekber ilan etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda mücadele ettiği cepheler içinde, geleceğe yönelik en ağır ve dikkate değer gelişmeler hiç kuşkusuz Kafkas Cephesi’nde meydana gelmiştir. Savaşın başlangıcıyla birlikte Rus donanması Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’deki limanlarını ve kıyı şehirlerini bombalamaya başlamıştır.
Mustafa Kemal, Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da ataşemiliterlik* yapmaktadır. Ülkenin savaşa girmesinden dolayı çok huzursuzdur. Sofya’dan Salih (Bozok) Bey’e bir mektup yazar. Mektubunda: “ Genel durum hakkındaki görüşümü soruyorsun. Bu husustaki görüşümü yalnız sende kalmak şartıyla yazıyorum. Ben Almanların bu harpte muzaffer olacaklarına katiyen emin değilim. Bir vazifeye atanmam için Harbiye Nazırı’na yazdım. Ataşemiliterlikte kalmak istemediğimi, millet ve memleketin büyük bir savaşa hazırlandığı bir sırada benim de herhangi bir kıtanın başında bulunmak istediğimi bildirdim. Henüz cevap alamadım.” der.
Mustafa Kemal’in bu mektubuna; “Sizin için orduda her zaman bir görev vardır. Ancak Sofya ataşemiliterliğini daha önemli gördüğümüzden sizi orada bırakıyoruz.” tarzında bir cevap gelmiştir.
Mustafa Kemal bunun üzerine Aralık 1914’te bu kez Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya bir mektup yazar ve şöyle der: “Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da ataşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açık söyleyiniz!”
Muhtemelen Enver Paşa’ya yazdığı bu mektubun da etkisiyle 20 Ocak 1915’te 19. Tümen Komutanlığı’na atanır. İstanbul’a döner ve oradan da Tekirdağ’a geçerek 19. Tümeni kurma çalışmalarına başlar.
Bu konuda uzmanlar ne düşünür bilemem ancak bana göre Türk’ün makûs talihinin değişmeye başladığı tarih, Atatürk’ün Tekirdağ’a geldiği tarihtir. Ataşemiliterlikte kalmasında ısrar edilseydi de orada kalmayacak ve bir yolunu bulup İstanbul’a dönecektir. Belki de tarih yapmak/tarihin yönünü değiştirmek onun kaderinde vardı… Nitekim Çanakkale’de Türk ordusunun başında bir destan yazmış ve büyük emperyalist planı sekteye uğratarak, İstanbul’u ve boğazları işgal edilmekten kurtarmıştır. Her ne kadar sonraki zamanda ülke, masa başında, tek kurşun atılmadan teslim edilse de, Mustafa Kemal “Geldikleri gibi giderler” demiş ve dediğini de yapmıştır.
Biz, içinde bulunduğumuz Ağustos ayının önemi gereği Büyük Zafer’e çıkacak olan süreci vermeye çalışalım.
1921 yılına girilmiştir. 10 Ocak’ ta I. İnönü, 1 Nisan’da II. İnönü zaferleri gerçekleşmiştir. Yunan ordusu 10 Temmuz 1921’de saldırıya geçer. Sayıca ve sahip olduğu askerî donanımlarca çok üstün durumda olan Yunanlılar, Eskişehir, Afyon ve Kütahya’yı işgal ederler. Cepheden gelen endişe verici haberler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz 1921’de Batı Cephesi karargâhına gelir ve durumu yakından görüp inceler. Ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için, Sakarya´nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli görür. Bunun üzerine, Türk Ordusu, 25 Temmuz 1921’de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya’nın doğusuna çekilir.
Tarih 14 Temmuz 1922’dir. Mustafa Kemal, Fransız Millî Bayramı münasebetiyle Ankara’da Fransız elçiliğinde verilen ziyafettedir. Orada bir konuşma yapar ve şunları söyler:“Efendiler! Yeryüzündeki uzak görüşlü devlet adamları için her zaman gözönünde tutulması gereken bir gerçek vardır: Fikirler zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez. Hassas bir millete karşı uygulanan zalimane muamelelerin onu daha ziyade güçlendirdiği denenmiştir. Hürriyet ve bağımsızlık aşkı ile coşan ve kabaran bir milletin ne harikalar yaratabileceğini Fransız Büyük Devrimi bundan 130 yıl önce pek güzel ispat etmiştir. İzmir’in işgali üzerine aynı heyecan ile çarpan kalplerden oluşan millî ordumuzun neler yapabileceğini kolaylıkla tahmin edebilirler.”
Mustafa Kemal 23 Temmuz 1922’de Ankara’dan ayrılarak Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e gider. Oradan da Konya’ya geçer ve burada İngiliz General’i Townshend’i** kabul eder. Görüşme esnasında General’e şunları söyler: ”... Evet, karşımızdaki düşmanın çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Fakat insaniyeti savunanlar ölümle tehdit edilmelerine rağmen ölmezler ve ebediyen yaşarlar.”
Tam da söylediği gibi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin kalbinde ölümsüzleşmiştir ve ebediyen yaşayacaktır.
Mustafa Kemal, 27 Temmuz 1922’de tekrar Konya’dan Akşehir’e döner. General Townshend ise Ankara’dan bir rapor yazar. Önemli bir paragrafını alalım; “... Türk millî ordusu güçlü ve etkindir. İngiltere hükûmeti bunu kavrayabilmiş değildir. Yepyeni bir Türkiye doğmuştur. Bu da İngiltere’de henüz anlaşılmış değildir. Türk’ü Avrupa dışına, Anadolu’ya itmeğe çalışmak çılgınlıktır.”
General Townshend, gerçeği görmüştür… İngiltere hükûmeti ise hâlâ hayal peşinde koşmaktadır.
Mustafa Kemal 27/28 Temmuz 1922’de Akşehir’e çağrılan ordu komutanlarına gece bir taarruz planı açıklar ve bu plan üzerinde görüşmeler yapılır. Yapılacak taarruzun ayrıntılarını Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile tespit eder.
4 Ağustos 1922’de İngiltere Başbakanı Lloyd George Avam kamarasında şunları söyler: “Mustafa Kemal büyük bir general ve büyük bir yurtsever olabilir; ama Müslümanların başı İstanbul’dadır, halifedir (!)”
Loyd George fena halde yanıldığını çok acı bir şekilde anlayacaktır…
Mustafa Kemal 6 Ağustos 1922’de Kazım Paşa ile birlikte Akşehir’den Konya yolu ile Ankara’ya döner.
Devam edecek…