Lozan; 100. yıla doğru
Son yıllarda, Lozan Antlaşması’nda gizli maddeler olduğu yönünde asılsız iddialar ortaya atılıyor. Sözüm ona bu gizli maddeler Türkiye’nin elini kolunu bağlıyormuş; yer altı zenginliklerimizi bu maddeler nedeniyle çıkaramıyormuşuz. Yer altı zenginliklerimiz deyip geçmeyin, bunlar; bor ve toryum madenleri oluyor. 100. yıl dolduğunda bu maddeler yürürlükten kalkacakmış filan. Uzman tarihçiler her ne kadar yok böyle bir şey deseler de insanlar buna inanmakta devam ediyor. Öylesine inanıyorlar ki iktidarın Afyon Belediye Başkanı bile, Şuhut’ta 15 yıl önce petrol bulunduğunu ama Lozan yüzünden üstüne beton döküldüğünü söyleyebiliyor. (Basın)
Bir başka iddia ise Lozan’ın bir“hezimet” olduğu yönünde… Bu iddianın sahipleri; Suriye’de Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu bir karış toprağa ve Yunanistan’ın gözümüzün içine baka baka işgal ettiği 20 adamıza sahip çıkamayanlar… Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım,“AKP, Lozan’da kazandığımız 19 adamızı Yunanistan’a terk etti.” açıklamasında bulundu. (Basın) Kısaca Lozan için“hezimet” diyenler Lozan’la kazandıklarımızı bile korumaktan acizler.
Biz bu safsataları bırakıp Lozan neymiş kısaca bir göz atalım. Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır.
İsviçre’nin Lozan şehrinde, TBMM temsilcileriyle; Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta imzalanan antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilir ve genç Türkiye Cumhuriyeti doğar. Türkiye’nin sınırları ve dolayısıyla da bağımsızlığı Lozan Antlaşması ile uluslararası alanda da tescillenir. ABD, görüşmelere baştan sona kadar sadece“gözlemci” olarak katılmıştır.
20 Kasım 1922’de başlayan Lozan barış görüşmeleri, anlaşmazlıkların çözülememesi nedeniyle bir süre kesintiye uğrar. Başını İngiltere’nin çektiği Batılı devletler; kapitülasyonların devamı, ticari ayrıcalıklar, azınlık hakları, hukuksal öncelikler ve gümrüksüz dış ticaret ile Osmanlı’nın borçları, Musul-Kerkük, Boğazlar ve geçiş üstünlüğü konularında kabul edilemeyecek şartlar öne sürerler. Türkiye ise bu emperyal talepleri kesin olarak reddeder. Batılı ülkeler; Türkiye’nin içinde bulunduğu çok yönlü yoksulluk nedeniyle kendi başına ayakta duramayacağını, önünde sonunda bir devletin egemenliği altına girmek zorunda kalacağını, Ankara Hükümeti’nin ülkeyi yönetemeyeceğini ve kendilerinden yardım isteyeceğini düşünür. Nitekim Lozan görüşmelerinin son dönemlerinde İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, yanında ABD temsilcisi varken İsmet İnönü’ye şunları söyler:
“Müzakere ediyoruz. Aylardan beri istediklerimizin hiçbirini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz cebimizde saklıyoruz. Ülkeniz haraptır. Yarın geleceksiniz, bunları tamir etmek için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman cebime koyduklarımdan her birini, birer birer çıkarıp size vereceğim.”
Lord Curzon’un söyledikleri 1938 yılına kadar gerçekleşmeyecektir. Ankara hükümeti Batı’dan herhangi bir şey istemek şöyle dursun, yabancıların elinde olan tüm yatırımları parasını ödeyerek devletleştirecek, Osmanlı’dan kalan borçların büyük bir kısmını da ödeyecektir.
Sonuç olarak Türkiye’nin hemen tüm istekleri kabul edilerek anlaşma imzalanır. Öncelikle İstanbul ve Çanakkale’nin boşaltılması konusu İstanbul’daki yüksek komiserliklere bildirilir. İşgalcilerin en geç altı hafta içinde Türkiye’yi terk etmeleri gerekmektedir.
Gazi Mustafa Kemal, Lozan ile ilgili şu sözleri sarf eder; “…Bu antlaşma, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla ikmal edildiği zannedilmiş, büyük bir suikastin yıkılışını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte örneği bulunmayan bir siyasî zafer eseridir.”
Ve yine Mustafa Kemal’in söylediği gibi; dün İstanbul’u zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti’nin yedi yüz senelik hayat ve hâkimiyetine son verenler, Lozan ile Türk milletinin vatanını, hayat ve istiklâl hakkını iade etmek zorunda kalmışlardır. Türkiye’nin başını ağrıtan ve sonraki yıllarda da ağrıtmaya devam edecek olan“Kürdistan” meselesi Lozan’da tamamen devre dışı bırakılmış ve söz konusu bile ettirilmemiştir.
Lozan’da; Musul, Kerkük ve Hatay, sınırlarımızın dışında kalmıştır. Hatay, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüne kadar verdiği eşsiz bir diplomasi mücadelesi ile tek kurşun atılmadan topraklarımıza katılır. Musul ve Kerkük ise Hatay kadar şanslı olamaz; çünkü Atatürk hayata erken veda etmiştir.
***
İstiklâl Savaşı’nı verenler Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapusunu dünyaya imzalatırken, Osmanlı ne yapmıştı: Türkiye topraklarının paylaşılmasına yol açacak olan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması’nı imzalamıştı. Hani“biz Osmanlı torunuyuz” diye ortalıkta dolaşanlar bu tarihî gerçekleri bir kez daha düşünseler çok iyi olacak…
Mondros ve Sevr olayları neydi; onlara da kısaca bir göz atalım:
1918 yılı Osmanlı İmparatorluğu’nun tam teslimiyet fermanı olan Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı uğursuz bir yıldır. Anlaşma, 30 Ekim 1918 tarihinde, İtilaf Devletleri adına İngiliz Akdeniz Filosu komutanı Amiral Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe ile Osmanlı Devleti adına Rauf, Reşat Hikmet ve Sadullah Beyler tarafından imzalanır. İmparatorluğun başında, son padişah VI. Mehmet Vahdettin bulunmaktadır. İngilizler hiç vakit kaybetmeden, Musul’u işgal ederler. (3 Kasım 1918) Ortadoğu petrollerinin ele geçirilmesi için ilk adım atılmış, petrol zengini Musul ele geçirilmiştir.
Almanya I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıktığı için Osmanlı Devleti de“yenilmiş” sayılmıştır. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. ve 24. Maddeleri gereği Türk toprakları işgal edilir. Türk’ü Çanakkale’de teslim alamayanlar, tek bir adamın, Padişah’ın attığı imza ile masa başında teslim alma başarısını gösterirler. Mütarekeye en sert tepki, o tarihte Adana’da bulunan Mustafa Kemal’den gelir.
Mondros Anlaşması’nın üzerinden iki yıl geçmiştir. Bu kez 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasını ve emperyalist devletler tarafından paylaşılmasını sağlayan 433 maddelik bir Sevr Antlaşması imzalanır. İflah olmaz bir Türk düşmanı olan İngiliz Lloyd George, 29 Ekim 1919’da Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunları söyler: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi (Türkiye) Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.”
İşte Sevr Antlaşması, bu Türk düşmanı kafaların yıllardır üzerinde çalıştıkları bir emperyalist planın uygulamasıdır. Bütün amaçları, Türkleri Avrupa’dan dolayısıyla da Anadolu’dan kovmak; bereketli topraklarının üzerine oturmaktır. Ancak ve ne yazık ki, mütareke basınının, Veliaht Abdülmecit’in, hatta Tevfik Paşa’nın bile isyan ettikleri Sevr Antlaşması, “Mevcut durumu korumanın, tamamen mahvolmaktan daha uygun olacağı” düşüncesine sahip olan Osmanlı Padişahı Vahdettin tarafından onaylanır. 22 Temmuz 1920’de Yıldız Sarayı’nda toplanan Saltanat Şûrası’nda, Sevr’in maddeleri oylanırken, Damat Ferit şu sözleri söylemiştir; “Paris’te imzalamamız istenen antlaşma, İstanbul’u ve küçük bir toprak parçasını bize bırakıyor. Antlaşmayı imzalarsak, iyi kötü bu kadar bir varlığımız olacak. İmzalamazsak dünya haritasından silinmekle tehdit ediliyoruz. Bu antlaşmanın imzasını oya sunuyorum. Susanlar ‘imzalayalım’ demiş sayılacaktır.”
Sevr Antlaşması, Bizzat Vahdettin’in huzurunda, Saltanat Şurası’na davet edilen 43 kişinin 42’si tarafından kabul edilir. Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis beylerden oluşan Osmanlı heyeti; 10 Ağustos 1920’de Fransa’da, Paris’in banliyösündeki Sevr kentinin porselen imalâtıyla ünlü fabrikasının çinili konferans salonunda, bu utanç belgesini imzalarlar. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasıyla tarihin çöplüğüne atılan Sevr Antlaşması, o dönemde yürürlükte olan Kanun-i Esasi (Anayasa)’ye göre Meclis’in tasdikinden ve hükûmdarın onayından sonra geçerli olabiliyordu. Ancak Meclis’i Mebusan aylar öncesinden kapatılmıştı. Belki bu nedenle ya da başka nedenlerle, Sevr Antlaşması’nın metni, Meclis tarafından tasdik edilmedi ya da tasdik edilemedi. Hal böyle olunca da Sevr Antlaşması hukukî olarak geçersiz bir belgeye dönüşmüş oldu. Ancak, salt neden bu değildir. Eğer bir Mustafa Kemal çıkmasaydı, Kurtuluş Savaşı kazanılmasaydı, Lozan imzalanmasaydı, Sevr Antlaşması onaylanıp yürürlüğe girebilecekti.
Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tescilli tapusudur. Bu, bütün dünyanın kabul ettiği bir gerçektir. Hiç kimse ham hayaller peşinde koşmasın.
Lozan zaferimizin 99. yılı kutlu olsun. 100. yılını daha da güçlendirilmiş bir parlamenter sistemde kutlamak dileğiyle; başta Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Lozan kahramanı, İsmet İnönü olmak üzere tüm şehit ve gazilerimize rahmet diliyoruz. Vatan size minnettardır.
Not: Yazının hazırlanmasında Tülay Hergünlü’nün “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne- Türkiye’nin Hafızası- 1914-1980” adlı kitabından yararlanılmıştır.