Köylü tarlası ve toprağı ile küs
Ülkemiz kurulduğundan bu yana elbet güllük gülistanlık değildi ama vatandaşlar huzur ve anlayış içinde yaşayıp gidiyordu.
Çiftçi toprağı ile küs değil barışıktı. Dünya da kendi ürettiği ile beslenen ülkeler arasındaydı.
Köye ve kırsal kesime ışık götüren Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler vardı. Bunlar köye gittiklerinde muhtar ve imamı mutlaka yanlarına alıp köyün sorunlarını tespit ettikten sonra kollar sıvanır, ve onarım başlardı. Onlar köyünde başta ışık yayan eğitimciliklerinden başka ziraatçı, arıcı, marangoz, nalbant, boya ve badanacı, sağlıkçı tamirci idiler.
Ekilen tohumlar yeşerince köylü refaha, huzura kavuşur mutluluklarını beraber yaşarlardı. Düğünde, dernekte birlik ve dayanışma hasat ve diğer işlerde imece usulü vardı.
Şimdilerde yevmiye ile bu tür işlerde çalışacak insan bulunamıyor.
Köy Enstitüleri bir takım toprak ağalarının ve zamanın iktidarının işine gelmeyince kapatıldı. Bunların yerine Öğretmen Okulu mezunu öğretmenler tayin edilmeye başlandı. Bunların yanında Ziraat Teknisyeni, Sağlık Memuru, Ebe, Veteriner Sağlık Teknisyeni ve dinin gereklerini öğreten ve köylü ile kaynaşan imamların köylere girmesi ile köylü daha da huzurlu ve refah içinde olmaya başlandı.
Kooperatif komündür
Bunlar kooperatifler kurup ürünlerini değerinde satmaya, ihtiyaçlarını başka kooperatiflerden almaya başladılar. Böylece kimseye ihtiyaçları kalmadı. Teknolojinin artması ve köylere Baraj, Kanal. Gölet ve yollar yapılması, tarım aletlerinin girmesi ve tekniğine uygun tarımın ziraatçılar kanalı ile işlenmesi ile verim artı. Kooperatifler aracıları kaldırıp birilerinin rant’ını yok edip, birilerinin işine gelmeyince, “Kooperatifçilik, komündür. Kominizmi getirir teraneleri ile Köyenstitülerinin kapatıldığı gibi, bölgelere ve üretime göre proje uygulayan fabrikalar kuran kooperatifler ve birlikleri zamanın iktidarları tarafından yok edilip kadük hale getirildiler. Böylece üreticinin pazarlama ayağı yok edildi.
Her zaman köylü nün üreticinin ve sanayicinin yanında olan ve oralara teknik eleman yetiştiren tüm meslek liseleri de kapatılınca büyük bir boşlum başladı ve ondan sonra işsizlik çığ gibi artmaya başladı.
O dönemde köylü ve çiftçinin ürettiğini destekleyen ve değerlendiren, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Şeker Fabrikaları, Sümerbank, Yem Fabrikaları ve benzeri kurumlar da özelleştirme adı ile yok edildi. Böylece köylü sahipsiz kaldı. Üretimde kullandığı girdiler alabildiğine artınca üretemez hale geldi ve toprağı ile küstü.
Bu gün, “Milletin Efendisi Köylüdür” denilen köylüde ne efendilik, ne de huzur kaldı. Ektiğini yükselen girdiler sayesinde ederine satamayan, Tarım Kıredi Kooperatiflerinden ve Ziraat Bankası başta olmak üzere diğer bankalardan aldığı krediyi ödeyemeyen, tarlasına, traktörüne haciz konulan, bunlarda yetmeyince hapse atılan köylü toprağı ile barışık değil.
Toprağını pahalı girdilerden oluşan, tohum, gübre mazot fiyatı nedeniyle ekemeyen ekse bile masrafını çıkaramayacak fiyatlarla karşılaştığı için ürününü dahi hasat edemeyin köylümüz ve çiftçimiz var. Bu nedenle de köylüm ve üretici toprağı ve tarlası ile küs.
Nasıl küs olmasın ki?
Ülkemiz önceki yıllarda olduğu gibi kendi üretimi ile kendini besleyecek durumda iken, bu gün neredeyse tüm tarım ürünlerini ithal eder duruma geldik.
Ülkemiz bir buçuk milyar nüfusu besleyecek kadar buğday üretim potansiyeline sahipken, biz 10-15 milyon ton buğday ithal ediyoruz, hem de Rusya’dan Amerika’dan ve Kanada’dan Hadi gel bu işe şaşma, son yıllarda ülkemizde 3 milyon 380 bin hektarlık alanın ekilmesinden vaz geçen ülkemiz ne hikmetse, Sudan’dan 99 yıllığına 7 milyon 805 bin dönüm arazi kiralayıp orada üretim yapmaya başlıyor.
Acı tablo
Dünyada ektiği ile beslenen ve artanı da satan ülkemiz şimdilerde o kadar acı bir tablo yaşıyor ki insanın aklı duruyor. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda sadece tarım ürünleri satabilen ülkemiz bunlardan elde ettiği gelirle ülkemiz ekonomisine uygun fabrikalar yaptı. Zamanın iktidarı bu fabrikaların çoğun satarak elde ettiği para ile acı bir gerçek ki, ülkemizin her karış toprağında yetişen ürünleri ithal etmeye başladı.
Kimden ne alıyoruz
En başta sözde kırgınız. Dargınız sandığımız İsrail’den ülkemizde yetişen tüm ürünlerin tohumlarını alıyoruz. Bunlardan yetişen üründen de tohumluk bırakamıyoruz. Yani tohum yönü ile tümüyle İsrail’e bağımlıyız.
Pamuk ve Tütün’ün Anavatanı olan ülkemiz, ne yazık ki, Yunanistan’dan pamuk, tütün ve buğday alıyor.
Bulgaristan, Romanya ve İsviçre’den saman alıyoruz.
Savaşın sürdüğü Suriye’den patates ve zeytinyağı, Mısır’dan soğan, ülkemizin her yerinde en alası yetiştirilirken, biz Güney Amerika ülkelerinden mercimek, nohut kuru fasülye alan ülke haline geldik.
Taşköprü’nün dünyaca meşhur sarımsağı varken biz Çin’den alıyoruz.
Dağlarımız ovalarımız hayvancılığa çok müsaitken, adını sanını bilmediğimiz ülkelerden canlı hayvan ve et ithal ediyoruz.
İlginçtir, Sudan’dan Büyükbaş hayvan, buğday, kavun, karpuz, bal, lahana, sarımsak, yumurta ve yulaf alıyoruz.
Ülkemizin her karış toprağında yetişmesi mümkün olan Ceviz’i Ukrayna, Rusya ve ABD’den alıyoruz.
Hadi buyurun bakalım. Bu durumda köylü ve çiftçi toprağı ile küs olmasında ne yapsın?