Kanal manal hepsi martaval
Günümüzden 9 yıl önce, “Çılgın Proje” olarak 2011 yılında açıklanan Kanal İstanbul Projesi’nin ülkemiz gündeminden düşmek bilmiyor. Cumhurbaşkanının “Hayalim”, İstanbul Belediye Başkanının “Cinayet” dedikleri bu projenin tartışması alabildiğine sürüyor.
İşin garip tarafı konuyu bilenler değil de, televizyonlarda birilerine yaranmak isteyen, kendilerini gazeteci, araştırmacı, akademisyen ve kim olduğu, o tartışmalara hangi özelliği itibarı ile çağrılan kişiler tarafından tartışılıp duruyor.
Sonrasında da eminim yaranmak istedikleri kişi veya kesime, “Bak gördün dinledin mi? Kanalın olması ya da olmaması gerektiğini, nasılda savundum” dediklerini duyar gibiyim.
Evet, Kanal İstanbul Projesi tartışılmalıdır ama böyle bilgisi olmayan TV. Yayınlarında internet üzerinden aldıkları bilgileri okuyanlar yukarıda belirttiğim kişiler tarafından olmamalıdır. Televizyonlar da bu tür kişileri oraya toplayıp boşu boşuna laga, loğa yaptırmamalıdır.
Kim tartışmalı?
Öncelikle bu konuyu anlayan ve fikri olan her iki taraftan kişiler bir araya gelmelidir. Bunlar ekonomistler, çevreciler, tarım kesimi temsilcileri, Su ve deniz bilimcileri, doğa bilimcileri olmalı. Bu grubu oluşturan temsilciler ise tam olarak bilgi ve birikimlerini yine birilerine yaranmak ve iddialarını devam ettirmek için değil ülke ve halk menfaatine uygun olarak görüşlerini ortaya koyduktan sonra bir karara varmalıdırlar.
Göründüğü ve bakıldığında bu projenin maliyetini ülkemiz bütçesi karşılayamadığı için, Yap İşlet Devret modeli aranmaya başlanmıştır.
Bilinmelidir ki, ülkemizde yap işlet devret modeli ile yapılan tüm yatırımlar emsallerinden kat be kat ücretlendirilmiştir. Dolayısıyla halkımız bu yolla yük altına sokulmuştur.
Yavuz Sultan Selim köprüsünden geçiş fiyatı diğer iki köprünün fiyatının en az 10 katı kadardır. Osman Gazi Köprüsü’nün fiyatı nedeniyle çok acil durumlar haricinde neredeyse kullanan çok azdır. Bilindiği gibi geçilsin ya da geçilmesin devletimizin verdiği garantili geçiş sayısı belli olduğu için vatandaşın vergilerinden toplanan para ile ücretler ödenmektedir. İstanbul-İzmir kara yolu bunun başka bir örneğidir.
İstanbul boğazından geçen gemi sayısı her yıl önemli miktarda azaldığına göre, bu gün bile başlansa en erken 2030 yılında bitecek bu kanala ne kadar gemi geçeceği garantisi verilecektir?
Proje, hayal mi, İstanbul için cinayet mi? Sorularına cevap bulmak için, “Halka soralım” deniliyor. Ak Parti Gurup Başkanı Naci Bostancı, partilerinin, “Yaratandan dolayı yaratılanı severiz” sözlerini unutarak, “Büyük projeleri halka soralım diye bir eylem olmaz. Öyle bir gündemimiz yoktur. Hükümetler yapar hesabını da halka verir. Bu proje ile İstanbul halkının da endişeli olduğu kanaatinde değilim” diyor.
Öte yandan Artıbir Şirketi bu durumu halka sormuş ve şu sonuçlar alınmıştır. Ankete katılanların yüzde72.4’ü Kanal İstanbul’un yapılmasına karşı çıkarken, yüzde 21.2’si evet demiş. Ankete katılanların yüzde 6.4’ ü ise konuyla ilgili bilgisi olmadığını belirtmiş.
“Büyük projelerde halka sorulmaz” diyenler bu durumu değerlendirmelidir.
Kanal İstanbul ile ilgili olarak yayınlanan Simülasyonlara bakıldığında o kadar ilginç şeyler görünüyor ki, hayran kalmamak elde değil. Sanki kanal bir ova içine yapılmış ya da deniz kenarında alabildiğine geniş bir arazi üzerinde ülkemizde mimarisine hiç rastlamadığımız binalar, parklar, eğlence mekanları, marinalarla dolu. Konunun bir ilginç yanı ise bu simülasyonun Arap televizyonlarında yayınlanması ve o muhteşem görünüşün pazarlanması dikkat çekiyor.
Bu nedenle olsa gerek ki, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü İBB ve diğer ilçe Belediyelerinin İstanbul sınırları içerisinde bulunan gayrimenkul bilgilerine ulaşılmasını kısıtlaması Arap şirketlerinin bu bölgelerde arazi edindiği anlamına gelmiyor mu?
Türk Uzak Yol Gemi Kaptanları Derneği yaptığı açıklamada, günümüzde gemilerin eni 32 metreden 48 metreye, boyları ise 150 metreden 300 metreye kadardır. Gemilerin su altında kalan kısmı (Draft) için bu projede belirtilen derinliğin yeterli olmadığının kesin olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca Karadeniz den Marmara’ya olan akıntının boğazda 3-4 knot olduğu şiddetli poyraz da ise 7-8 knot7a çıktığı belirtilirken bu durum kanalda yapısı gereği en az 10 knot olacağı belirtilmektedir. Bir knot’un 1853 metre olduğu göz önüne alınırsa bu hızda akan bir kanalda bu büyük tonajlı gemilerin idaresinin çok zor olduğu da belirtilmektedir. Bu durum dikkate alınır ya da alınmaz. Onu değerlendirecek olan proje müelliflerinindir.
Öte yandan Montrö Adlaşmasının taraflarından biri olan Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov, Kanal İstanbul için, “Bu Türkiye’nin meselesidir. Montrö anlaşmasının etkilemez. O anlaşmaya boğazlar ve Marmara Denizini kapsar. Bu anlaşma Karadeniz’e askeri araçların giriş ve çıkışlarını belirler. Biz bu durumu titizlikle takip ederiz” diyor.
Yani Karadeniz de kıyısı olmayan devletlerin gemilerinin girmesine anlaşma çerçevesinde izin verir ve belirtilene uyulmaz ise gereğini yaparız demeye getiriyor. Gereği ise belirtildiği gibi müdahale ve savaş anlamına gelir. Ülkemizin birinci Dünya Savaşı’na katılması gibi bir durum ile karşılaşmaya elbette istenemez.
Öte yandan Kanal’ın güzergahı ve üzerine kurulacak köprülerin bağlantı yolları ve orada oluşturulacak kimine göre Arap kenti kimine göre yeni bir yerleşim yeri oluşacağına göre;
Bu alanların İstanbul’u besleyen su havzası olduğu kesinlikle unutulmamalı, oradaki yok olacak tarım arazileri, ormanlar, doğal alanlar, kuşların göç ve konaklama yerleri ile Sazlıdere, Pabuçdere, Kazandere, Hamzalı, Pirinççi ve Alibeyköy barajlarının akıbetinin göz önüne alınması ve İstanbul’un Kerbela ya dönüşmesinin tedbiri mutlaka alınmalıdır.
En önemlisi bu kanal üzerinde inat olmamalı ve siyaset hiç girmemelidir. Boğaz Köprüsü için Özal ve Calp’in “Satarım, sattırmam” tartışmasında olduğu gibi, “Yaparım, yaptırmam” şekline getirilmeden sonuca varılmalıdır.
Allah bu nedenle insanlara akıl ve izan vermiştir.
Bu nedenlerle kanal halkın menfaatları göz ardı edilmeden, siyaset yarışına getirilmeden martavallar bırakılıp akılcı olunmalıdır.