Demokrasi, tahtında sessizce oturan bir umut mu?
Demokrasi, adalet ve eşitlik... Bugün hayatımızın her alanında tartışıyoruz, fakat konu demokrasiye geldiğinde ona pek dokunmuyoruz. Adeta bir tahtın üzerinde oturan ve gücünü koruyan bir figür gibi. Belki de bugünün dünyasında onun bizden çalınan küçük parçalarını fark etmeden yaşamaya devam ediyoruz. Güç, demokrasinin gözde bir tanımı olarak var olsa da, bu gücün nasıl ve nerede sınırlanıp, nasıl ve kimler tarafından kullanıldığına dair sorular cevapsız kalıyor.
Demokrasi, günümüzde yalnızca hoşlanılmayan bir hükümeti değiştirme mekanizması gibi dar bir tanıma hapsolmuş durumda. Sanki, sandığa gidip oy kullanmamız bir şeyleri değiştirebilecekmiş gibi… Jose Saramago'nun da ifade ettiği gibi gerçek kararların alındığı noktalar artık ulus-devletlerin sınırlarını çoktan aştı. IMF, Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, küresel finans şirketleri... Bu kuruluşların kararları, her birimizin hayatına dokunuyor ama bu kararları alacak temsilciler demokratik yollarla seçilmiyor. Yani halkın iradesi burada pek de söz sahibi değil. Peki, o zaman demokrasiyi nerede aramalıyız?
Dünya üzerindeki çoğu insan, seçimler aracılığıyla kendini temsil edecek kişileri belirleme gücüne sahip. Ancak demokrasi, adalet ve eşitliğin tam anlamıyla sağlandığını söylemek zor. Demokrasi sandığımız kadar erişilebilir mi? Yoksa bizim adımıza kararlar alınırken bizler sadece birer izleyici mi oluyoruz?
Adaletin demokratik kurumlarda tecelli ettiğini düşünebiliriz ama bu kurumların üzerinde kurulan finansal ve siyasi baskılar, gerçek anlamda adaleti sağlıyor mu? Özellikle ekonomik adalet, dünya genelinde bir türlü gerçekleşemiyor. Dünyadaki gelir eşitsizliği, güç odaklarının zenginliğine zenginlik katarken, yoksulluğu daha da derinleştiriyor. Demokrasi sadece bir formaliteye indirgeniyor; sandığa gidip oy vermekle sınırlı kalıyor.
Adaletin olmadığı bir demokrasi, eksik kalmaya mahkumdur. Demokrasi, yalnızca politik tercihler değil, bireyin ekonomik güvenceye, sağlık hizmetlerine ve eğitim hakkına ulaşabilmesiyle de anlam kazanır. Bu yüzden eşitlik, demokrasi ve adalet birbiriyle iç içe geçmiştir; birinin eksik olduğu noktada diğer ikisi de işlevini kaybeder.
Öyleyse kendimize sormamız gereken temel soru şu: Gerçek demokrasi nerede? Eğer adaletli bir topluma ulaşmak istiyorsak, bu kavramların yalnızca sözde kalmamalıdır. Demokrasi, adalet ve eşitlik uğruna gerçek bir mücadele vermediğimiz sürece, demokrasi yalnızca süslü bir kelime olarak tahtında oturacaktır.