Cumhuriyet’in eğitim devrimleri (3)
Mustafa Kemal Atatürk: “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.”
1941’de Köy Enstitüleri’nin arasında hafızalardan silinmeyen ve âdeta bir efsane halini alan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü faaliyete geçirilir. Enstitüsü, 27 Kasım 1947’de CHP’li Bakan Reşat Şemsettin Sirer tarafından alınan bir kararla kapatılır. Bu konuya başka bir yazımızda günümüzle de kıyaslayarak genişçe yer vereceğiz.
Köy Enstitüleri’ni yaratan düşünce Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e aittir. Hayata geçiren ise İsmet İnönü, Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç olmuştur. Ayrıca 1940 yılında Köy Enstitüleri’nin dışında, eğitim amaçlı olarak tam 141 Halk Odası açılır. Köy Enstitüleri 1954 yılında klasik ilköğretmen okullarına dönüştürülür. Esasında “dönüştürülme” hikâyedir; bu, aydınlanma kurumlarının bizzat DP eliyle yıkıma ve kıyıma uğratılmasıdır. Halkevleri, Halk odaları ve Köy Enstitüleri’nin ortadan kaldırılması, köy ağalığı ve feodal düzenin günümüze kadar süregelmesine de olanak sağlayacaktır.
Köy Enstitüleri kapatılır, köy öğretmenlerinin Enstitülerle bağları kesilir. Verilen üretim araçları geri alınarak öğretmenler aylıklı memur durumuna getirilir. Komisyonlar tarafından taranan kitaplar “zararlı” sayılarak yakılır. Böylece 1956 yılı geldiğinde okulsuz köy kalmayacağı hedeflenen “on yıllık plan” da rafa kaldırılır. Günümüz Türkiye’sinde okulsuz köy problemi ciddi anlamda sorun olmaya devam etmektedir.
Şimdi, ABD ile imzalanan Fullbright eğitim anlaşmasına bakalım. Fulbright Türkiye sitesinde şöyle denilmektedir:
“Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, ya da diğer bir adıyla Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu, 1949 yılında Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili anlaşma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçen 13 Mart 1950 tarih ve 5596 sayılı kanun çerçevesinde çalışmalarına başlamıştır.”
Komisyonun mimarı Senatör J. William Fulbright’tır. Aynı sayfada Fulbright’ın şu sözlerine de yer verilmektedir: “Geleceğimiz yıldızlarda değil, akıllarımızda ve kalplerimizdedir. Birbirini tamamlayan yaratıcı liderlik ve çağdaş eğitim, insanoğlu için umut dolu bir geleceğe yönelik ilk gerekliliklerdir. 40 yıl önce Amerikan Senatosu’na önerme ayrıcalığını yaşadığım uluslararası burs programı, liderliği, öğrenmeyi ve kültürlerarası anlayışı geliştirmeyi hedeflemiştir ve halen hedeflemektedir. Bu mütevazı programın paha biçilemez hedefleri vardır, çünkü uluslararası ilişkilerin geçmişteki içi boş ve güce dayalı sistem yerine daha medeni, akılcı ve insani temeller üzerine kurulmasını başarmıştır. Ben bu işe başladığım zaman buna inandım ve halâ inanıyorum.”
Evet, başardılar. “paha biçilemez hedefleri”ne ulaştılar.
1949 anlaşması ile Türk Millî Eğitim Sistemi’nin temeline âdeta dinamit konulmuştur. Türk eğitim sistemi, işte bu anlaşma ile 1950 yılından itibaren bütünüyle Amerikan çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Cengiz Özakıncı’dan verelim: “Türkiye 1945 sonrası Amerikan güdümüne girince, Siyasal İslamcılık, dinin siyasete, ticarete âlet edilmesi özgür bırakıldı. 1945 sonrası yayınlarda; ‘Bugüne dek çocuklara okullarda din dersi verilmiyordu, şimdi din dersleri koyacağız! diyenler, Atatürk döneminde Abdülbaki Gölpınarlı’ya yazdırılarak okutulmuş olan ‘Cumhuriyet Çocuğu’nun Din Dersleri’ kitaplarını ortadan kaldırıp, yerine Amerika’nın ve Amerikan işbirlikçisi Siyasal İslamcıların işine yarayacak biçimde yeniden yazdırılacak başka din dersi kitapları koydular.”
İsmet İnönü günlük notlarından oluşan “Defterler” adlı kitabında şunları yazacaktır; “Yabancılar imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım.… Oldubitti yaptırmayacağız.” Ne yazık ki İnönü de Türk eğitim sisteminin ABD’nin kucağına bırakılmasına engel olamamıştır.
Soner Yalçın bu konuda şunları yazıyor:
“Halktan gizlenen eğitim anlaşmasıyla ABD, Türkiye’ye uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altında personel gönderdi. (Parasını da bize ödettiler!) Çoğunluğu Sigma Chi (kardeşlik örgütü) üyesi bu Amerikalılar, okul müfredatlarını/öğretim politikasını kökten değiştirdiler. Müfredata bol bol ‘Atatürk’ adı konularak, ‘Atatürk düşüncesi’ yok edildi! ‘Soru soran-sorgulayan’ yerine, ‘ezberci-nakilci’ öğrenci yetiştirmek amaç oldu. ‘Aramanın-araştırmanın’ yerini, Batı’dan ‘dayatmalar’ aldı. İlkokuldan üniversiteye kadar ders kitapları, Şarkiyatçıların, Batı merkezli kurgu tarih yığınıyla dolduruldu. Batı, uygarlığın-çağdaşlaşmanın beşiği olarak öğretildi. Batı tarihçileri, hiçbir bilimsel temele dayanmayan Türkler hakkındaki kitaplarıyla insanlarımızı komplekse soktu; güvensiz yaptı. ‘Türk’ kavramı unutturuldu. ‘Türk dili’ unutturuldu. ‘Erken Türk’ (Etrüsk) tarihi yerine ‘Antik Yunan’ öğretildi. Atatürk’ün büyük çabayla çalıştığı ‘Türk tezi’ tarih araştırmaları ‘safsata’ olarak gösterildi. Bu sebeple Eskişehir Çifteler İlçesi Yazılıkaya Anıtı’nın okunmasıyla ortaya çıkarılan Frigyalıların Türkçe konuştuğu gibi tezlerin üzeri örtüldü. Binlerce yıldır onlarca devlet kurmuş Türkler, ‘göçebe’ yapılıverdi. Sümerler, Hititler unutturuldu. Evet. Cumhuriyet’in temel tezlerinden olan Türk tarihi uygarlığı hafızalardan silindi. Yetmedi. Cumhuriyetin ‘ulus devletten’ çıkarılması için ‘Osmanlıcılık’ moda haline getirildi ki bu Osmanlı tarihinden de Türkler çıkarıldı. Bu tarih okumalarında salt dinsel vurgular ön plana getirildi. Sanki İslam’dan önce Türk tarihi yoktu!”
Değerli tarihçi Sinan Meydan, Atatürk’ün liselerde müfredat olarak okutulan 600 sayfalık, dört ciltlik bir tarih kitabı yazdığını ancak bu anlaşmalar gereği kaldırıldığını belirtmektedir. Meydan, bu kitaplarda sadece Türk tarihinin değil bütün Doğu medeniyetinin anlatıldığını, Türk uygarlığının en az 7 bin yıllık bir tarihe ve çok ileri bir medeniyete sahip olduğunu, Türkçenin de dünyadaki en eski dillerden biri olduğunu ifade etmekte, Türk tarihi yerine sadece 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşlarını anlatan kitapların getirildiğini; Batı’nın bilinçli bir şekilde Türk tarihini 600 yıllık bir süreyle sınırladığını belirtmektedir.
Fulbright komisyonu ile Atatürk’ün eğitim sistemi yıpratılarak, emperyalist bir görüş olan “Ilımlı İslam” düşüncesi daha 40’lı yıllardan itibaren dayatılmaya başlanmıştır. Fulbright Anlaşması, Cumhuriyetin en sağlam çivisinin “Eğitim’de Birlik” ilkesinin, iş başına gelen iktidarların da desteğiyle yerinden oynamasına neden olmuştur. Günümüze kadar iş başına gelen iktidarlar, bu konseyin görevine son vermek için en ufak bir girişimde bulunmamışlardır. İşte bu Fulbright, yıllar sonra 2010 yılında, Strasbourg’taki Avrupa Konseyi’nde açılan bir sergide insanlık tarihinin en önemli (!) 20 kişisi arasında gösterilecektir. “Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu”, günümüzde devletlerarası bir anlaşma statüsüne kavuşmuş olarak halen devam etmektedir. Türkiye merkezi Ankara’dadır.
Şimdi sormak gerekmez mi: Eğitim sistemini, ekonomisini ve hatta bir yere kadar güvenliğini yabancı devletlere teslim eden bir Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam Bağımsız Türkiye” tarifine ne kadar uymaktadır?
Bitti.
Yararlanılan kaynaklar:
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, “Ülkemizin kaçırdığı en büyük eğitim projesi, Köy Enstitüleri, Makale, Çukurova Üniversitesi.
Hasan Âli Yücel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1961
Metin Aydoğan,“Küreselleşme ve Siyasi Partiler”, s. 402 Umay Yayınları 2006
Cengiz Özakıncı, “İblisin Kıblesi” Otopsi Yayınları, 2017, s.179-180
Soner Yalçın, “Atatürk zaten ABD tarafından yıllar önce müfredattan çıkarılmıştı” başlıklı yazı. Odatv, 24 Ocak 2017