Merhamet Reis Bey!
İnsanlık, var olduğu günden bu yana yaşamın her köşesinde karşılaştığı acıları, sevinçleri, özlemleri, ızdırapları bir şekilde ifade etmenin yollarını aramıştır. Türküler, şiirler, hikayeler, hatta sinema ve tiyatro... Bunların hepsi aslında kültürümüzün ortak hafızasını yansıtan aynalar değil midir? Bugün, sosyal medya aracılığıyla her şeyin hızla yayıldığı bir dünyada yaşıyoruz; duygular, düşünceler, isyanlar ve sevinçler anında milyonlara ulaşabiliyor. Ancak, bu hız çağında bile, derinlemesine düşünmemiz gereken bazı kavramlar var: Adalet ve merhamet.
Necip Fazıl Kısakürek'in unutulmaz eseri "Reis Bey", işte bu iki kavramın iç içe geçtiği ve sorgulandığı bir tiyatro başyapıtı olarak karşımıza çıkıyor. Kısakürek'in "Reis Bey"i, sadece bir yargıcın içsel dönüşümünü anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda toplumsal adalet anlayışının değişimine de güçlü bir ışık tutuyor. Reis Bey, başlangıçta sert, katı ve kuralcı bir adalet anlayışını temsil ediyor. Ona göre, adalet yasaların soğuk bir şekilde uygulanmasından ibarettir. Ancak eserin sonunda, bir kırılma yaşar ve merhametin, adaletin ayrılmaz bir parçası olduğunu anlar. İşte bu nokta, adaletin yalnızca kanunlardan ibaret olmadığını, insanî bir boyutu da barındırması gerektiğini gözler önüne seriyor.
Bugün, toplumların adalet anlayışı sadece yasalara dayanarak şekillenmiyor. Bireysel vicdan, empati ve toplumsal bağlam da bu sürecin önemli unsurları haline geldi. Adalet, yalnızca yasaların uygulanması değil; aynı zamanda toplumsal barışı sağlayan, bireylerin haklarını gözeten bir mekanizma olarak yeniden tanımlanıyor. Weber, hukukun toplumsal düzeni sağlama rolünü vurgularken; Durkheim, toplumsal normları pekiştiren ve sapmaları cezalandıran bir araç olarak hukuk sistemine işaret eder. Reis Bey karakteri ise, bu katı hukuk sisteminin bir temsilcisidir. Yasaların uygulanmasını esas alan Reis Bey, bireyin sosyal ya da duygusal koşullarını dikkate almaz. Fakat Necip Fazıl, merhameti devreye sokarak bu anlayışa karşı durur ve adaletin insanî boyutunu hatırlatır.
Reis Bey'in yazıldığı dönem, toplumsal yapıların otoriter, hiyerarşik ve disiplinci olduğu bir süreçtir. Michel Foucault'nun dediği gibi, modern toplumlar bireyleri sürekli denetleyen ve cezalandırmaya dayalı sistemlerle yönetilir. Otoriter yapılar bireysel koşulları göz ardı eder, suçu salt bireysel bir eylem olarak değerlendirir. Reis Bey karakteri de bu anlayışın somut bir temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Fakat onun dönüşümü, toplumsal yapının eleştirisini içinde barındırır; bireysel vicdanın merhametle toplumsal normlara karşı çıkabileceğini gösterir.
Adalet, sadece suçluyu cezalandırmak değil, toplumu iyileştirme sürecinin bir parçası olmalıdır. Suçlunun topluma yeniden kazandırılması, merhametin adaletin merkezine yerleştirilmesi, toplumsal barışın tesis edilmesinde kilit rol oynar.
Necip Fazıl’ın Reis Bey’i, bize adaletin sadece yasaların soğuk uygulanışı olmadığını, vicdan ve merhametin de bu süreçte ne denli önemli olduğunu hatırlatıyor. Bugün, adalet kavramı bireysel suçların ötesinde, toplumsal eşitsizlikler ve ekonomik adaletsizliklerle iç içe geçmiş bir yapıya sahip. Adalet, sadece cezalandırma aracı değil; toplumsal dengeyi sağlayan bir mekanizmadır. Reis Bey’in hikayesi, bireysel vicdan ile toplumsal normlar arasındaki gerilimi güçlü bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu nedenle, günümüz adalet sistemleri, merhameti ve insanî boyutu daha fazla dikkate alarak toplumsal iyileşmeyi hedeflemelidir.
Reis Bey’in merhamet arayışı, aslında hepimizin adalet arayışının bir yansımasıdır.