Gelecek kaygımız
Özellikle şehirleşmenin hızla artmasıyla ortaya çıkmaya başlayan tarım ve hayvancılık sektöründeki insan sorunuyla mücadelede geç kalırsak ilerleyen yıllarda tıpkı “çoban aranıyor” ilanları gibi “üretici aranıyor” ilanlarıyla karşılaşırsak hiç şaşırmayalım. Toprağa ve hayvancılığa küsenlerin yanı sıra bir de yetiştirmeyen üretici sorunu bekliyor ülkemizi.
Eli, çapa tutmamış bir nesil yetişiyor. Böyle giderse gelecekte tarımı kim yapacak ülkemizde? İneği, koyunu belgesellerde gören gençlerle mi hayvancılığı geliştireceğiz? Kimse kusura bakmasın, en geç on, on beş sene sonra gazetelerde “üretici aranıyor” ilanlarıyla yüzleşmek zorunda kalacağız.
Köyünden uzakta, gurbette yaşayanlar, atalarından kalan topraklarında yetişen ürünlerini toplamak için memleketlerine gitmek zorunda kalırken onların çocukları turistik gezi için bile memleketlerine gelmez oldular. Onların pencerelerinden baktığımızda diyecek söz de bulamıyoruz. Şehir hayatında yetişmiş gençlerden köyde yaşamalarını istemek bir rüyadan öteye geçemez. Oysa şehirlere göçü önleyebilirsek bu sorunları yaşamak zorunda kalmayız diye düşünüyorum. Bunun için de üretenin ürünü para etmeli, çocukları da eğitimin her olanağından tıpkı şehirlerde yaşayan akranları gibi yararlanmalı. Bunun için de gerekirse yatılı bölge okulları açılarak eğitimde eşitlik sağlanabilir. Devlet, her alanda olması gerektiği gibi herkes için eşitlik ve adalet konusunda azami gayret göstermeli. Ülkenin nimetinin de külfetinin de ortaklaşa paylaşılabileceği bir sistemi kurabilmeliyiz. Özellikle de milletin efendilerini toprağa küstürmemeliyiz.
Gurbetten tarım ürünlerini toplamak için memleketlerine gelenlere sorduğumda kimse bu gelişten mutlu değil. Herkes kendini mecbur hissettiği için geldiğini söylerken atalarından kalma bahçelerinin terk edilmiş veya orman olmasından utandıklarını söylüyorlar. Yaptığı masrafıyla satacağı mahsulünden alacağı parayı karşılaştırdığında çektiği zahmetin de yanına kâr kaldığını görmekten usanmış durumdalar. Buğdaya, arpaya, kayısıya, ayçiçeğine, çaya, fındığa, narenciyeye baktığınızda manzara aynı. Anlayacağınız üretenler, ürettiğinden elde ettiği kazançlarından hiç de memnun değiller.
Hep söylediğim gibi toprağı eken biçen bulamadığımızda aç kalmaya mahkumuz. Demirin, çeliğin yenilmez bir şey olduğunu anlamamız için dişlerimizin kırılmasına gerek var mı?.. Elbette sanayide de geri kalmamamız gerekir ama bunu tarım ve hayvancılığı yok sayarak yaparsak diğer ülkelerin çiftçisini zengin ederiz. Aç kalmama konusunda kendi kendimize yeten bir ülke olmak zorundayız. Tıpkı beğenmedikleri “eskilerde” olduğu gibi.
Oysa öyle bir ülkemiz var ki tarım ve hayvancıkla bile kalkınabiliriz. Bir metrekare toprağını boş bırakmayan ülkeleri görünce kendi kendimize yaptığımız ihaneti anlamıyorum.
Tarım ve hayvancılık konusunda bir seferberliğe ihtiyacımız var. Bunun için de üretenin yanında yer alan bir zihniyet değişikliği gerekiyor. Kesenin ağzını üç beş kişiye değil üretene doğru açmalıyız. Devlet, bilançosuna zarar yazacaksa üreticiye desteği yazsın. Yandaşın vergi ve sigorta borçlarını affedip gariban üreticinin peşine düşmeyi bırakın artık. Bu gidişle çoban aramaktan kurtulmak isterken üretici aramak zorunda kalacağız.
Bu mesele hükümetler üstü ele alınıp milli bir politikaya dönüştürülmeli. Ülkemiz coğrafi şartları hayvancılık ve tarım için çok uygun olmasına rağmen bir türlü ithalat sarmalından kurtulamıyoruz. Konya ilimiz kadar toprağı olan Hollanda, yılda 150 milyar Avroluk tarım ürünü ihraç ediyor.
Biz de tarım ve hayvancılığımızı destekleyerek petrol zengini komşularımızın gelirlerinden daha fazla gelir elde edebiliriz.
Toprağından uzaklaşmak değil ona daha bir şevkle sahip çıkacak üreticilerimize bu ülkenin eşit yurttaşları olduklarını hissettirelim.