“Bir Türk’ten kuvvetli ancak iki Türk vardır”
Paris’te düzenlenen 33. Yaz Olimpiyatları sona erdi. Türkiye; atletizm, voleybol, güreş, yelken, judo, boks, yüzme, atıcılık, tekvando, artistik jimnastik, okçuluk, modern pentatlon, eskrim, masa tenisi, yol bisikleti, badminton, halter ve kürek olmak üzere on sekiz spor dalında olmak üzere; elli dört kadın, kırk sekiz erkek sporcuyla katıldı. Hiç altın alamadan olimpiyatlara veda ettik. Sporcularımız, atıcılıkta: iki gümüş; okçulukta bir bronz; güreşte iki bronz; boksta bir gümüş, bir bronz ve tekvandoda bir bronz ile toplamda sekiz madalya kazandı. Madalyaların beşi kadın sporcularımıza ait; üstelik erkek sporu olarak kabul edilen boks, atıcılık ve güreşte kazandılar. Madalya sıralamasında ise seksen iki ülke arasında altmış dördüncü sırada yer aldık. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde olimpiyat yüzücüsü bir tek isim çıkmaz mı?
Şimdi yüz yıl kadar geriye gidelim.
1922’de “Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı” kurulur. Aynı yıl, “Türkiye Millî Olimpiyat Cemiyeti” oluşturulur. Cemiyet Kasım 1923’te ilk resmî toplantısını yapar. Selim Sırrı (Tarcan) başkan olarak seçilir. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa hami yani koruyucu başkan, Başbakan İsmet
İnönü ise fahri yani onursal başkandır. 1924’te Osmanlı Devleti’nin yerinde Mustafa Kemal Paşa’nın genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti bulunmaktadır. Milletler Cemiyeti’ne dâhil olmayan devletlerin olimpiyatlara çağrılmaması koşulundan Türkiye muaf tutulur ve Paris Olimpiyat Oyunları Komitesi Başkanlığı, 1924 Olimpiyatlarına Türk sporcularının katılımı için Selim Sırrı Bey’e resmî bir davet mektubu gönderir. Sporcularımız, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsilen Paris 2024 olimpiyatlarına resmen katılacaklardır.
Türk Milleti, büyük bir İstiklâl savaşı vermiş ve bağımsızlığını kazanmıştı. Bundan sonra ülkeyi ekonomi, eğitim, sanat, spor ve daha pek çok alanda refaha ve başarıya ulaştıracak adımlar atılmalıydı. Atatürk, spora çok önem veren bir liderdi ve ülkenin uluslararası sporda da var olduğunu ispatlamak istiyordu. Türkiye savaştan yeni çıkmış bir ülkeydi ve imkânlar kısıtlıydı ancak Atatürk, Türkiye’nin olimpiyatlara katılmakla sporda ufkunun genişleyeceğini ve tecrübesinin artacağını düşünüyordu. Ayrıca bu ülkenin, ilk uluslararası açılımı olacaktı. Atatürk için kazanmak ya da kaybetmek önemli değildi. Hemen kollar sıvandı. Olimpiyat öncesinde, Mustafa Kemal Paşa Başkanlığında, Bakanlar Kurulu bir toplantı düzenledi ve bazı kararlar alındı. En önemlilerini verelim:
Spor çalışmaları bilimsel kurallara göre düzenlenecek ve Türk gençlerini uluslararası yarışmalara katılabilecek biçimde eğitmek ve hazırlamak üzere gereken uzmanlar, Avrupa’dan getirilecekti. Türk sporcuların Olimpiyat Oyunlarına katılabilmesi için gereken on yedi bin lira, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Genel Merkezine teslim edilecekti. Ek olarak Nisan 1924’te Uluslararası müsabakalara katılma ve sporun teşviki için spor teşkilatlarına verilmek üzere bütçeden yıllık 50.000 liralık bir ödenek ayrılması da benimsenmişti. Sporda esas olan devlet desteği ve bilimsel kurallara göre eğitimdi... Bugün hasretini çektiğimiz her şey Atatürk Cumhuriyeti’nde mevcuttu.
Türkiye, 1924 Paris olimpiyatlarına futbol, atletizm, güreş, halter, eskrim ve bisiklet dalında olmak üzere kırk bir erkek sporcu ile yer alır. Türk sporcular, başarılı olamaz ancak Atatürk’ün de öngördüğü şekilde Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk bayrağını bütün dünyaya tanıtırken önemli bir
sportif tecrübe edinilir.
Türk sporcularını teselli eden Mustafa Kemal Paşa, iki yıl sonra yaptığı bir konuşmada tarihe geçecek şu sözleri söyler: “Dünyada yenilmez kimse, yenilmez takım, yenilmeyen ordu, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenilgilerden sonra üzülmek de doğaldır. Ancak bu üzüntü, insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen toparlanmalı ve kendini yeneni yenmek için, olanca gücüyle ve azimle daha çok çalışmalıdır.” 1928’de Türkiye, Amsterdam’da düzenlenen olimpiyat oyunlarına; atletizm, bisiklet, eskrim, futbol, halter ve güreş dallarında olmak üzere kırk sporcuyla katılır. Güreş’te Tayyar Yalaz dördüncü, Saim Arıkan altıncı, Nuri Boytorun ve Çoban Mehmet yedinci olurken, halterde, Cemal Erçman sekizinci olur. Bu sporcular, Türkiye Cumhuriyeti’nin olimpiyat Onur Kütüğüne adını yazdıran ilk sporcular olarak tarihe geçerler. 1932’de Los Angeles’te düzenlenen olimpiyatlara mesafenin uzaklığı ve ağır maliyet nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti katılamaz. 1936 Berlin Olimpiyatları, Türk sporunda bir dönüm noktası olacaktır. Atatürk, bu olimpiyatlarda Türkiye’nin de varlığını göstermesini çok önemsemektedir. Futbol, basketbol, güreş, binicilik, bisiklet, eskrim ve yelken dallarında altmış sporcu ile katıldığımız Berlin 1936’da Türkiye ilk Olimpiyat madalyasını serbest güreşte Olimpiyat üçüncüsü olan Ahmet Kireççi (Mersinli) ile kazanır. En parlak zaferini ise grekoromen güreş kategorisinde mücadele eden Yaşar Erkan’la elde eder. Erkan, 61 kilo müsabakalarında birinci olarak altın madalya kazanır. 1.66 boyunda olan Yaşar Erkan’ın şampiyonluk haberini telgraf başında bekleyen Mustafa Kemal Atatürk, “Kendin küçüksün, ama memleket için önemli bir iş yaptın. Artık adın Türk spor tarihine geçti. Çok yaşa Yaşar!” sözleriyle kutlar. Anılarında, telgrafın sonundaki “Mustafa Kemal Atatürk” imzasının, kendisini gözyaşlarına boğduğunu ve bu satırları tekrar tekrar okuduğunu ifade eden Yaşar Erkan, altın madalyanın coşkusunu da şöyle anlatmaktadır: “Şampiyonluk kürsüsünde şanlı bayrağımız şeref direğine çekilirken kendimi tutamadım, gözlerimden yaşlar sel gibi aktı. Yüz yirmi bin kişinin ve Hitler’in önünde bayrağımızı şeref direğine çektirmek ve ayakta güzel marşımızı dinletmek zevklerin en güzeli ve en büyüğüydü…”
Sporcumuza “Erkan” soyadını Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. İlk Olimpiyat şampiyonumuza, Atatürk tarafından iki gümüş vazo ve bir ev armağan edilir. 1936 Berlin olimpiyatlarında Türkiye için bir başka ilk yaşanmıştır. Eskrim dalında Suat Fetgeri Aşeni ve Halet Çambel, Türkiye’yi olimpiyat oyunlarında temsil eden ilk kadın sporcular olarak tarihe geçmişlerdir. 1939 yılında çıkan İkinci Dünya Savaşı nedeniyle 1940 ve 1944 yılında yapılması gereken oyunlar iptal edilir.
1948 Olimpiyat oyunları İngiltere’nin başkenti Londra’da yapılır. Bu oyunlar Türk sporu için büyük bir dönüm noktası olur. Altmış sekiz sporcuyla katıldığımız oyunlarda Türkiye altı altın, dört gümüş ve iki bronz madalya elde eder. Güreşte efsane isimler Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Celal Atik, Yaşar Doğu, Ahmet Kireççi, Mehmet Oktav altın madalya; Halit Balamir, Adil Candemir, Kenan Olcay, Muhlis Tayfur gümüş madalya; Halil Kaya ise bronz madalya kazanırlar. Atletizmde de Ruhi Sarıalp bronz madalya ile büyük bir başarı elde eder.
Güreş müsabakalarının yapıldığı Empress Hall’da Türk güreşçileri destan yazarlar. Minderlerde Türk kasırgası esmektedir. O günlerde Londra’da “Bir Türk’ten kuvvetli ancak iki Türk vardır” sözü dillerde, dilden dile dolaşarak günümüze kadar gelmiştir.
1948 olimpiyatlarından sonra sırasıyla: 1952 Helsinki’de iki; 1956 Melbourne’da yedi; 1960 Roma’da dokuz; 1964 Tokyo’da altı; 1968 Meksika’da iki; 1972 Münih’te bir; 1984 Los Angeles’ta üç; 1988 Seul’de iki; 1992 Barselona’da altı; 1996 Atlanta’da yedi; 2000 Sidney’de beş; 2004 Atina’da on bir; 2008 Pekin’de beş; 2012 Londra’da üç; 2016 Rio De Janerio’da sekiz; 2020 Tokyo’da on üç ve son olarak 2024 Paris’te sekiz olmak üzere toplamda doksan madalya kazanmışız. 1936 ve 1948’de kazandığımız on dört madalyayı da eklersek Türkiye’nin yüz yıllık olimpiyat macerasında kazandığı madalyaların toplamı sadece yüz dört adet. Bunun kırk bir adedi altın. Yani ABD’nin sadece 2024’de elde ettiği altın madalyayı biz anca yüz yılda kazanabilmişiz. Bu arada 1948 Londra olimpiyatlarında aldığımız on iki adet madalya sayısını 2020 yılına kadar aşamamışız. 2020 yılındaki madalya sayısı ise sadece on üç... Bu daha da büyük bir utanç... Bir başka sıkıntı ise sporcu sayımızda; 1924’te o imkânsızlıklarla olimpiyatlara kırk bir sporcu gönderen Türkiye, yüz yıl sonra yüz iki sporcu gönderebiliyor. Yani yüz yıl içinde sadece altmış bir sporcu artırabilmişiz. Bu daha da büyük bir utanç!
Eğer Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği bilim yolunu her alanda korusaydık bugün bizim geleceğimiz durum da bu ülkelerden farklı olmayacaktı. Kısa bir not verelim; 1936-1948 döneminde, günümüz iktidarının her fırsatta hakaret ettiği Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) iktidardadır. Cumhurbaşkanları ise Mustafa Kemal Atatürk ve Mustafa İsmet İnönü’dür...
Atatürk’ün vefatında Fransızların ünlü günlük spor gazetesi L’Auto’da yayınlanan makalede, Atatürk’ün spora verdiği önem şöyle anlatılıyordu: “Dünyada ilk kez beden eğitimini zorunlu kılan devlet adamı o oldu. Yalnızca kâğıt üzerinde, nutuklarda değil, uygulayarak yerine getirdi. Stadyumlar ve çeşitli spor merkezleri kurdurdu. Halk evlerinin spor kollarını şahsen denetledi. Ulusun geleceğine yön verdiği günden itibaren Türkiye’de spor gittikçe artan bir önem ve değer kazandı.”
Bugün geldiğimiz noktada Atatürk’ün spor anlayışının yakınından bile geçemeyen siyasiler, olimpiyatlarda altın madalya alacağına büyük ihtimal verdiğimiz; gururumuz Türk Millî Voleybol takımı kızlarımızın kıyafetlerine ve tercihlerine dil uzatıp hakaret ettiler. Sosyal medya üzerinden türlü hakareti yaptırdılar. İki metre boyundaki kızlarımızı ABD’ye tarifeli uçakla gönderdiler. Saatlerce dizleri ağızlarında yolculuk yaptırdılar. Maç kaybedince de düşman takım kaybetmiş gibi sevindiler. Bir millet kendi millî takımına böylesine nefret kusar mı? Spora siyaset karıştı. Her konuda olduğu gibi, spor da iktidarın vesayeti altına girdi. Bağımsızlığını kaybetti. Türk Futbol Federasyonu’nda yaşananlara hepimiz şahit olduk. Spor için ayrılan devlet bütçesi, Diyanetin bütçesine ulaşamıyor. Spor bütçesinin büyük bir bölümünün tarikat ve cemaat vakıflarına aktarıldığı da iddialar arasında.
1924-2024... Aradan tam yüz yıl geçti ve Türkiye, her konuda olduğu gibi sporda da yüz yıl geriye götürüldü. 2020 Tokyo olimpiyatlarında altın madalya ile olimpiyat şampiyonu olan millî okçumuz Mete Gazoz, aynı başarıyı bu yıl gösteremedi. Şimşek gibi voleybol oynayan kızlarımız son iki maçta iyi oynayamadı. Ata sporumuz güreşte minderlere yapıştık. Sporcularımız ilerlemesi gerekirken geriliyorlar. Neden diye sormayalım mı?
Her şeye rağmen Paris olimpiyatlarında ellerinden geleni yapan tüm sporcularımıza teşekkür ediyoruz. Madalya kazanan kızlarımızın alnından öpüyoruz. Filenin Sultanlarına bize yaşattıkları coşku dolu saatler için minnettarız. 2028 olimpiyatlarında Türkiye’de her şey değişmiş olacak ve çok daha güzel ve başarılı günlere kavuşacağız.
Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği “ilim ve fen” yolunda buluşmak dileğiyle...
Yararlanılan kaynaklar:
-https://www.olimpiyatkomitesi.org.tr/Olimpiyatlarda-Turkler
-https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/20476