Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Parçalı az bulutlu
15°
Ara

2024’ün ilk yarısı

YAYINLAMA:
2024’ün ilk yarısı

21. yüzyılın ilk çeyreği dolmak üzere... Çeyreğe bir kala, 2024 yılının ilk yarısında ülkemizde neler yaşandı? Bunların başlıcalarını:

Alper Gezeravcı’nın -ilk Türk olarak- 55 milyon dolara Dragon V2 uzay aracı ile uzay gezisine katılması, Erzincan’ın İliç ilçesinde bir altın madeninde toprak kayması sonucu 9 işçinin hayatını kaybetmesi, 31 Mart Yerel Seçimleri, İstanbul Gayrettepe’de bir gece kulübünde tadilat sırasında çıkan yangında 29 kişinin hayatını kaybetmesi, Çorlu tren kazası davasının altı yıl sonra karara bağlanması, 28 Şubat davası hükümlülerinin cezalarının kaldırılması, “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” nin askıya çıkarılması, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde Saraçhane Bozdoğan Kemeri önünde barikat kuran polisin, kutlama yapmak isteyen konfederasyon, sendikalar, işçi grupları ve siyasi parti temsilcilerinin geçişine izin vermemesi, olarak sayabiliriz.

Emek, emeğe saygı, sevgi gibi değerler 2002 öncesinde iyi-kötü vardı. Şimdi yok. Şimdi din eşittir şeriat diyen, kadın-erkek din görevlilerini cihada çağıran ve topluma yayılın gençleri yetiştirin, direktiflerini verenlerin yönetimindeyiz. Çare Atatürk’ün işaret ettiği “ulusal örgütlenme” dir. Bu olursa olur, olmazsa farklı bir Türkiye olur.

Atatürk’ün, Havza’da bahsettiği “çukur” un etrafından hiçbir zaman tam anlamıyla ayrılamadığımız ortada! Dâhi Liderimizin şu sözlerini hatırlayalım: “Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülat önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.”

Yılın ilk çeyreği Yerel Seçimler fırtınası içinde geçti.

Yandaş medya iktidarı övdü, muhalif medya da kendi adamına sövdü! Ortalığı, fikri yok fotosu çok liste siyasetçileri sardı. Siyasette durum, “köprüyü geçene kadar ayıya dayı denir” cinsindendi. Halkımız; “havanda su dövmeyin, enerjik direniş gösterin,” dedi. Yine halkımız; “siyaset ülke için yapılır, birileri için değil, örnek ve tek lider Atatürk’tür,” dedi. Akıl sahipleri; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin romantizm yapılacak bir coğrafyada kurulmadığını, kuruluşunda binlerce şehit verildiğini, romantizm sürerse ülkenin din bezirgânları elinde dağılıp gideceğini ve bu bağlamda şehitlerin, Atatürk ve silah arkadaşlarının, eziyet ve kahır içinde yaşamış sıradan insanların haklarının üzerimizde kalacağını ve bu kadar ağır yükle hiçbir yere varılamayacağını belirtti. Gerçek aydınlar; “bir toplumun en büyük sorumluluğu adalet, hukuk ve liyakata inananları iş başına getirmektir yoksa toplum çöküşe gider,” uyarısında bulundu.

Sonuç olarak “halkçılık” kazandı. Cumhuriyet Halk Partisi yaklaşık yarım asırlık bir aradan sonra ilk kez birinci parti oldu. Laik hukuk devletinde yaşadığımızı bir kez daha hatırladık. Bu nedenle herkes iyi bellemelidir yerel seçim sonuçlarının değerini!

CHP’nin birinci parti çıkmasıyla siyasette normalleşme-yumuşama sürecine de girildi; iktidar ve ana muhalefetin karşılıklı görüşmeleri başladı. Bu “normalleşme” son 22 yılın; genci yurt dışına kapağı atan, yaşlısı dövülen, emeklisi inletilen iktidarına mı yarayacak yoksa örgütlenme modelini hâlâ çağa göre düzenlemeyen, siyasette kadın-erkek eşitliğini sağlamaktan çekinen muhalefete mi?

Özellikle CHP, genç Mustafa Kemal’in, gözünü kırpmadan sabahı bulduğu geceler boyunca ulusal özgürlüğü kendine mesele edindiğini ve halkın aydınlatılması için örgütlenmek gerektiğine işaret ettiğini hatırlamalı ve gereğini yapmalıdır.

Bu “normalleşme” süreci halkımız için ne derece yararlı olacaktır, olacak mıdır, millet olarak izlemekteyiz. Bu bağlamda Atatürk’ün yol ve yöntemini hatırlatalım. Şöyle demiştir Nutuk’ta: “Fakat kopma olacaksa, ben de her şeyden önce onların bütün gizli düşüncelerini, millet önünde açıklayacak bir yol tutmayı yeğledim.” “Bütün gizli düşünceleri” bilmek vatandaş olarak en doğal hakkımızdır.

Her siyasetçi ve seçmen, Atatürk’ün yüzyıl önce yaptığı şu değerlendirmeyi de aklından çıkarmamalıdır: “Tevfik Paşa ve arkadaşları, Anadolu’yu İstanbul Hükûmetine bağlamaya çalışıyor; öyle bir hükûmete ki dünyada, varlığına karşı çıkılmıyorsa, düşmanın emellerini kolaylaştırıcı nitelikte sayıldığı içindi!”

2024’ün ikinci çeyreği de bitti. Siyaset bugünlerde özellikle “Sinan Ateş” davası ve eşinin yaptığı açıklamalar nedeniyle oldukça sıcak; tüm çaba siyasi ayağa ulaşabilmek ancak şüpheli 17 sanık için ayrı yürütülen soruşturma dosyasının ana dosyayla birleştirilmesi isteği kabul görmedi!

Emeklinin gündemi de “zam geldi, gelecek, maaşını nasıl hesaplayacaksın” haberleriyle sürekli sıcak tutulurken, kendilerini “Atatürkçü” olarak tanımlayan bir grup ilahiyatçı; “Şeriat, İslam demek değildir!” başlıklı bir bildiri yayınladı. Bu ilahiyatçılar, şeriatla yönetilen ülkelerde başa hangi ekip gelirse onun zihniyetinin hayata geçirildiğini unutmuş görünüyor!

“Şeriat, İslam demek değildir” ifadesi için doğrudur demek neden mümkün değildir?

Bugün İslam Cumhuriyeti olarak bilinen ülkelerde birebir Kur’an ayetleri uygulanmaktadır; bunu yumuşatıp başka yerlere çekmek bir aldatmacadır, İslam’la aldatmaktır. Eğer Medenî (Medine’de inen vahiy) ayetler vahiy değil de 14 asır önce Medine’de Muhammed Peygamber tarafından kurulan İslam devletinde, toplumu düzenleyici kurallar olarak kabul edilirse, Mekkî ayetlerle “şeriat İslam değildir” deme şansını biraz olsun yakalamak mümkün olabilir. Kaldı ki ayetlerin Mekkî ya da Medenî olarak ayrışması da üç-dört kişinin rivayetine dayandırılmaktadır!

Ruhu şâd olsun Atatürk’ün ki bunların hepsini biliyordu, çöldeki dünyayı yakından gördü ve laik bir cumhuriyet kurdu. Laiklik yürürlükte olduğu sürece isteyen istediğine inanır, kutsal kabul edilen metinlerden hayatına almak istediklerini alır ya da almaz ama iş “şeriat” la yönetilmeye gelince milyonlarca insanın hayatına ambargo konmuş olur ve durum bugün aynen böyledir.

Ayrıca şeriat gelirse size-bize sorulacak mıdır, hangi türü olsun diye! Çok bilindik olduğu için, örneğin; bu şeriat içinde “el kesme” uygulaması olsun mu olmasın mı diye sorulacak mıdır? Bugün şeriatla yönetilen ülkelerde bu emrin uygulandığını bilmekteyiz. Emrin dayanağı, farz haline gelmesi Kur’an, Maide suresinin 38. ayetidir ve gayet açıktır.

“Şeriat, İslam demek değildir!” söylemi yanlış, tehlikeli ve ucu açık bir ifadedir.

İslam/şeriat tartışmaları, her konu için “Kur’an’da böyle yazıyor” ifadesini baz alarak söze girmek yaşantımızı kaplamaya başladı. Bu iyi niyetli gibi görünse de tehlikeli bir gidiştir ve bu durum/gidiş ülkemize bir şey kazandırmayacaktır. Din eksenli yaşamın insanlığa zerre kadar faydası olmamıştır ve olmayacaktır. Eğer insanlığa faydası olsaydı biz bugün laik eğitim için direnmezdik! Milyonlarca kadının burka denen çuvala mahkûm edilmesini, istenilen şekilde örtünmedi diye kadınların öldürülmesini, düşüncelerini açıklamak isteyen gençlerin asılmasını insanlık adına kabul etmek mümkün değildir. Bu gidiş sürerse onlarca neslin heba olup gittiğini de göreceğiz! Yapılacak şey akla ve bilime uymayan her şeyden, öncelikle beynimizi sonra toplumu arındırmaktır. İnsan istediğine inanabilir ama bırakmıyorlar; aracı kurumlar ahtapotun kolları gibi her yanı sarmış bulunuyor.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tüm zamanların hedefini de vermiştir: “Türkiye’nin düşünen kafalarına, büsbütün yeni bir inanç aşılamak… Bütün millete taptaze bir ruh vermek.”

21. yüzyılda taptaze bir ruhla hareket eden, stratejik konumunun, tarihsel geçmişinin farkında olan, insan haklarına saygılı, laik hukuk devleti kavramı, akıl ve bilimle yürüyen bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yaşamak istiyoruz.

Bugün bu topraklarda varlığımızı sürdürüyorsak bunu, Çanakkale’nin ve İstiklal Harbi’nin şehitlerine borçluyuz.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *